“Uluslararası Adalet Divanı, 21 Haziran 1971 tarihinde oturdu ve Namibya konusunda bir tavsiye kararı üretti .
Tavsiye kararda, uluslararası tanınmışlığın Namibya halkını uluslararası iş birliğinden kaynaklanan herhangi bir avantajdan mahrum bırakmaması gerektiği belirtiliyor.
Yani kararda kısa ve öz bir toprak parçasında veya tanınmamış bir devlet içerisinde yaşayan insanların hiçbir şekilde cezalandırılamayacağı, orada yaşayan insanların hayatlarını sürdürebilmeleri için ülkede bir kamu düzeninin kurulması ve bu düzen içerisinde insanların medeni ihtiyaçlarını karşılayacağı şartların yaratılması bunun engellenemeyeceği söyleniyor. Bu, bir insan hakkıdır deniyor.
“2010 yılında AİHM verilen Demopoulos Kararında da benzer şeyler var.
Kıbrıs’ta yaşananlar sonucunda insanların, kendi hayatlarını düzenlemek için düzenlemiş oldukları uygulamalar ve eylemler var. Gitmiş oldukları yerlerde hayatlarını düzenleme ihtiyaçları var. Bu düzenlemeler içerisinde insanlar bir takım mülkleri de kullanmak durumunda kaldı.Ve bu insanlar mevcut kullanıcı haline geldi. İnsanlar kendi hayatlarını düzenlemek, kendi hayatlarını kurabilmek için mecburiyetten kaynaklanan nedenlerle mevcut kullanıcı haline gelmiştir. Bu durumda mevcut kullanıcıların hakları bir tarafta bir tarafta da eski mal sahiplerinin hakları var. Bu ikisi arasına baktığımızda bu malların kullanımıyla ilgili olarak birinci tercih hakkı kullanıcıya aittir diyor.
Sayın Hiristodulisin daha iyi anlaması için biraz daha açayım izninizle;
Rum tarafının da üyesi olduğu Avrupa Birliğinin yargı organı AİHM diyor ki
’’1974 öncesi mal sahibinin mülkiyet hakkı vardır ona birşey demiyoruz ama şu anda malı kullanan, alan satan kişininde hakları vardır.Sen bu sorunu bu kadar zamandır çözmediğin için malı kullananında geçen zaman içinde hakları oluşmuştur diyor.
Mesela yaşamını sürdürebilmesi için bir konuta ihtiyacı olduğundan bir konut satın almıştır veya anne babasının satın aldığı konut içinde doğmuştur. 30-40-50 yılını orada geçirmiştir.Yıllar yılı tasarruf ettiği parası ile satın aldığı arazi üzerine ev yapmış orada yıllarını geçirmiş çocuklarını orada büyütmüştür.Evinin her bir köşesinde anıları vardır.Bu surette mal ile kişi arasında duygusal bir bağ gelişmiştir diyor.Bu görmezden gelinemez ve önemli bir insan hakkıdır diyor.
Yaşam hakkının en az mülkiyet hakkı kadar önemli olduğuna vurgu yapıyor anlayacağınız.
İsterseniz mülkiyet konusunda Annan planına da bakabiliriz.Planda mesela Girnede bulun boş bir arazi %10 değerlenmişse ilk söz hakkı kullanıcınındı diyordu.Yani mal mülk için oluşturulan komisyon arazinin kullanıcısına soracak ve diyecek ki .’’Sen bu araziyi geriye mal sahibine iade etmek istiyormusun istemiyormusun’’.
Eğer kullanıcısı yok iade etmem derse de o zaman komisyon arazinin parasınıda bizim tesbit edeceğimiz rayiçten eski mal sahibine öde diyecekti.
Yok kullanıcı ben iade etmek isterim diyorsa da o zamanda dönüp eski sahibine bak arazin orada ama üzerinede inşaat yapılmış .Sen arazini üzerine yapılan konut ile birlikte almak istiyormusun diye soracaktı .
Oda evet almak istiyorum derse mülkü yeni haliyle komisyonun tesbit ettiği fiyat üzerinden kullanıcısına bedelini ödemek şartı ile eski sahibine iade edecekti
Tabii ilk söz hakkının Rumlara verildiği yerlerde vardı onuda atlamayalım ama gelin görün ki Rum bu anlaşmaya Hayır demişti ama sonrasında AİHM ‘nin sorunlara çözüm yeri olarak gösterdiği Mal tazmin komisyonudaki başvurular bugün aşağı yukarı bu şekilde hallediliyor zaten.
1974 yılından bu yana geçen uzun zaman, mülkiyet sorununun çözümünü de önemli oranda etkiledi. Aradan geçen uzun yıllar ve özellikle Loisidou ve Arestis davalarından çıkan kararlar, Rumların kuzeydeki mülkiyet iddialarını farazi ve spekülatif hale getirdi ancak AİHM, 2010 Demopoulos kararında, mülkiyet ile fiili kullanım arasında hem hukuki hem de fiili bir bağ oluştuğuna saptama yaptıktan sonra, mülkiyet konusunda çok farklı bir devir başladı.
AİHM bir hak iadesi yapılırken başka bir insanın hakkına tecavüz edilmemesi ve mağduriyetler karşılanırken, yeni bir mağduriyet ortamının yaratılmaması gerektiğine hüküm verdi.
Şimdi Rum başkan AİHM ‘nin kararlarına uymuyor. Kıbrısın kuzeyindeki topraklarda malı geliştireni ,alanı ,satanı tehdit ediyor tutuklayacağız diyor.Hatta tutukluyor.Güneydeki Türk malları üzerinde Kıbrıslı Türklerden izin almadan yapmış oldukları inkişafları düşünmeden ‘’Bizim rızamız olmadan siz kuzeyde mal alıp satıyorsunuz bunun için gerekeni yapacak bunları yapanları tutuklayacağız’’ diyor.
Hani insanın e sende bizim iznimiz olmadan güneydeki Türk malları üzerinde inkişaf yapılmasına izin veriyorsun.Bizde şimdi bunları yapanları Kuzeye geçtiklerinde tutuklayalımı yani diyesi geliyor.
Yani şimdi Türkiye Kıbrıs Cumhuriyetinin Garantör devleti olarak tümüyle veya bir bölümüyle herhangi bir devlet ile hiçbir şekilde siyasi veya ekonomik bütünleşmeye girmeyeceğini taahhüt eden ve kendini Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanımlayan Rum tarafının yetkililerini AB ile siyasi ve ekonomik işbirliği yaparak garanti anlaşması hukukuna aykırı davrandı diye bu durumu düzeltmek maksadı ile tekrar müdahalede mi bulunsun yada buna sebep olanları bu işbirliğini yürütenleri Türkiyede yada Kıbrısın kuzeyine geçtiklerinde tutuklasın mı yani.
Bunu mu istiyorlar yani?
Mülkiyet konusunda Güney Kıbrıs’ın hamlelerinin sağlam bir zeminde olmadığı aşikardır ve kuzeydeki emlak piyasasının bir süre yavaşlamasına sebep olsada bu sektörün bir süre sonra eskisinden daha büyük bir hızla devam edeceği gerçeğini değiştiremeyecektir.
Rum tarafının tavrı bırakın ortak vatan politikasını 2 taraf arasında son 50 yılda gelişen iyi komşuluk ilişkilerinide berhava eden bir yaklaşım .Ve tabii mal tazmin komisyonunu işaret eden AİHM kararlarını duymazdan gelmeside uluslararası hukuku ne kadar önemsediğini de gösteren bir başka konu.
Diyeceğim şu ki Rum tarafının bu hareketide bundan önceki benzerleri gibi beyhudedir ve bu hareketi ile gerçek amacının Kıbrısta bir çözüm değil ,1950 li yıllardan beridir sürdürdüğü Kıbrıs Türkünü biraz daha göçe zorlamak, biraz daha eritme politikası olduğunu göstermektedir.