KOLTUK AŞKI
Geçtiğimiz Cuma günü Devlet tiyatroları Rus Edebiyatı'nda gerçekçilik akımının öncüsü Gogol'un eseri ‘’Burun’’ adlı oyunun prömiyerini yaptı.
Burun, makam ve mevkinin getirdiği saygınlığın bir simgesidir ki öykünün kahramanı Kovalev, burnunu kaybettikten sonra saygınlığını yitirdiğini, sadece memurluğunun kaldığını düşünür.
Güçsüz ve statüsüz bir insanın kendi benliğinden çok elde ettiği statüyü kaybetmekten korkmasının hikayesi Burun.Bugünkü karşılığı ne derseniz kesinlikle koltuk aşkı derim.
Oyunun tam da son haftalarda meclisimizde yaşananlarla ayni döneme gelmesi oldukça manidar olmuş.
İnsan izleyince vay be diyesi geliyor. Günümüzden neredeyse 200 yıl önce yazılmış bir eser bu tehlikeye dikkat çekerken Friederich Hegelin dediği gibi bize ‘’tarihten aldığımız ders, tarihten ders almadığımızdır’’sözünü hatırlatıyor.
Gelelim ‘’Burun’’un günümüzdeki adına yani ‘’ Koltuk aşkına’’
Mecliste, meclis başkanlığı seçimi ile ilgili yaşananlardan sonra Eski Milletvekili
Ve Bakanlardan Mustafa Arabacıoğlu’’ bu dünyadan göçtüğüm zaman bana bu
mecliste tören düzenlemeyin’’ diye vasiyet etti.
‘’Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir" ilkesinin , varoluşunun temel dayanağını oluşturan mecliste yaşananları gördükçe görüşlerine katılmamak elde değil.
Cenaze gelenekleri, bir kültür tarafından ölüleri hatırlamak ve saygı duymak için
kullanılan inançlar ve uygulamalar kompleksinden oluşur.
Haliyle Cenaze törenleri saygı duyulan yerde yapılır.Bu haliyle bile sayın
Arabacıoğlunun ne demek isteğini daha iyi anlayabiliriz.
Gelelim tekrar konumuza yani Koltuk Aşkına.Çeşitli seferler kaleme almış olmama rağmen görülen lüzum üzerine bir kez daha hatırlatmakta fayda olduğu açık.
Afrikadan başlayalım.Bu kıtada 40 yıldan az devlet başkanlığı yapan ve koltuğu kendi rızası ile bırakıp giden yok nerdeyse.Sonuçlarını ise hep birlikte TV kanallarından izliyoruz.Huzursuzluk ,çatışma ve fakirlik.
Mesela 1991 yılından beri Çad devlet başkanı olan İdris Deby, 2001 yılında ikinci kez kez aday olduğunda, devlet başkanlığının 15’nci yılının dolacağı 2006’da görevini bırakacağı ve anayasayı değiştirmeyeceğini vaat etmişti.
2005 yılında Anayasayı değiştirerek, yeniden aday olmasını engelleyen süre sınırını kaldırdı. 2006’da şaibeli bir seçimle yeniden seçildi. 2011’de aynı şaibeli seçimle bir daha... Ve 2016’da bir kez daha…
2002 yılında Togo’da, 35 yıldır ülkeyi yöneten Étienne Gnassingbé Eyadém, görev sınırını kaldırıp iktidarının ömrünü uzatan anayasa değişikliğine, devlet başkanının alt yaş sınırını 45’ten 35’e indiren maddeyi de ekledi.
Tabii ki bu anayasal değişikliğin amacı, eğer görevi başında ölürse, o günlerde 36 yaşında olan oğluna devlet başkanlığının yolunu açmaktı. İçine doğduğu gibi 2003’te öldü. 38 yaşındaki oğul devlet başkanı oldu. Oğul Gnassingbé, o günden beri Togo’da yapılan bütün seçimleri ‘rahatlıkla’ kazanıyor.
Muammer Kaddafi 2011 yılında devrildiğinde devlet başkanlığında 42’nci yılındaydı.
Keza, 2009’da öldüğünde Gabon devlet başkanı Omar Bongo da 42’nci yılındaydı.
34 yıl Zimbabwe’yi yöneten Mugabe, 94 yaşında iktidardan zorla indirildiğinde dünyanın en yaşlı devlet başkanıydı.
Antik Yunan tarihçisi Thucydides Milattan Önce 5’nci yüzyılda, ‘’muktedir yapabileceği her şeyi yapar, zayıf çekebileceği her şeyi çeker’’ tespitinde bulunmuştu.
Sorun şu ki, ‘güçlü bir lider’in güçlü lider olarak kalabilmesi için, yasaların değil talimatların etkin olduğu çok zayıf bir devlet düzeni gerekiyor.
Afrika Stratejik Araştırmalar Merkezinin hazırladığı bir raporda
Raporu hazırlayan uzmanlardan Joseph Siegle’a göre, süresiz otoriter iktidarlar yüzünden, sosyal ve politik kurumlar eriyor, bir devleti bir mafya örgütlenmesinden ayıran temel özellik olan denge ve denetleme mekanizmaları yok oluyor ve ülke, bir tek kişinin oyuncak parkına dönüşüyor.
Raporda, parlamentoların durumuna da dikkat çekiliyor: ‘’Son 20 yılda parlamentolar görece özerklik kazandı ama milletvekilliği bir tür haydut parazitliğe dönüştü. Tıpkı şaşalı yaşamaya, gösterişe, paraya düşkün devlet başkanları gibi milletvekilleri de öncelikle özlük hakları ve yüksek maaşlarını önemsiyor artık. Bu imtiyazlarını sürdürme isteği de iktidar üzerindeki denetim güçlerinden gönüllüce feragat etmelerine neden oldu.’’
Aynı raporda dikkat çekilen bir başka yozlaşmış erk ise ‘yargı’. Kıtadaki bir çok yargı kurumunun devlet başkanları önünde ‘elpençe divan’ durduklarına dikkat çekiliyor.
Gelelim Dünyanın büyük gücü ABD ye .
Bill Clinton ABD’nin gelmiş geçmiş en iyi başkanlarından biriydi.2 Dönem başkanlık yaptı ve evine döndü.
Neden?
Çünkü ABD’nin kurucu babaları, bazı önlemler almazlarsa, Afrika’nın 21’nci yüzyılın ilk çeyreğinde bile pençesinde yaşadığı bu tabloyu yaşayacaklarını daha 1700’lü yıllarda görebilecek bir vizyona ve samimiyete sahiptilerde ondan.
Seçilmiş kimselere getirilmesi arzulanan dönem sınırlamasının arkasındaki
temel düşünce, vatandaşı temsil etme amacıyla göreve getirilen temsilcilerin zaman içinde kendilerine devredilen yetkiler ve güçler sayesinde sonraki seçimlerde sıradan adaylara göre daha fazla avantaja sahip olmaları,
Ardı ardına seçimleri kazanarak temsilcilik görevlerini bir mesleki statüye ve kariyere dönüştürmeleridir.
ABD’de dönem sınırlaması hareketini genel olarak siyasal hoşnutsuzluğun bir
yansıması olarak görmek mümkün.
ABD de dönem sınırlaması Bütün eyaletlerin onaylaması ile 1951’de yürürlüğe girdi. Yani ABD'de ikinci dönemden fazla başkanlık yapmak artık anayasal olarak da mümkün olmayacaktı.
Bir programında komedyen Jerry Seinfeld’e konuk olan Obama, Seinfeld’in ‘’Dünya liderlerinin ne kadarı kaçık?’’ sorusuna acıyla gülerek, ‘’Oldukça önemli bir miktarı’’ yanıtı verecek ve ekleyecekti; ‘’Ne kadar uzun süre o koltukta kalırlarsa, çılgınlıkları da aynı oranda artıyor’’.
Komedyen Jay Leno da aynı günlerde, ‘’Yeni bir bilimsel araştırma insanların yalan söylemesinin zamanla daha da kolaylaştığını ortaya çıkardı. Bir kere yalan söyleyince sonraki yalanları daha kolay söylüyormuşsunuz. İşte bunun için ABD başkanlığında 8 yıl sınırı var.‘’ şakası ile bu gerçeğin farklı bir boyutuna dikkat çekecekti.
Obama her ne kadar bunları söylese de eğer anayasal engel olmasaydı, 2016 başkan seçiminde üçüncü kez adaylığına tanık olacağımız da neredeyse kesindi. Nitekim, ABD’nin en popüler başkanlarından biri olan Bill Clinton, 2000 yılında, ‘’Eğer Anayasa izin verseydi, kesinlikle üçüncü dönem için aday olurdum’’ itirafı ile bu gerçeği itiraf etmişti.
Ama eğer üçüncü dönem başkan olsaydı, bugünkü saygınlığının yarısını bile bulamayacağı bir düzeye düşeceği de kesindi.
Yani Afrika ile ABD arasındaki fark, politikacı veya liderlerinin farkı değil. Devlet başkanı dahil herkesi bağlayan evrensel standartlara uygun, hakça bir anayasal düzen ile, gücü ele geçirenin kafasına göre değiştirebildiği yolsuz ve berbat bir düzen farkıdır. ABD'de bunun için 229 yıldır aynı anayasa hala yürürlükte.
Öte yandan Afrika’da son 10 yılda yapılan bütün kamuoyu araştırmaları, Afrikalıların çoğunluğunun da, politikacıların iktidardaki görev süresinin sınırlı olması gerektiğine, iktidarın denetime açık olması gerektiğine, ifade ve basın özgürlüğüne inandığını gösteriyor. Ancak aynı Afrikalılar sandıklar kurulduğunda gidip yine, kendilerinden gördükleri otoriter liderleri ödüllendiriyor.
İşin içinde insan olduğuna göre işin birde psikolojik tarafına bakmakta fayda var diye düşünüyorum.Psikolog Esra Dağlar Bozdoğanın söylediklerine kulak verelim isterseniz;
Siyasiler, başkanlar, müdürler, akademisyenler… Güzel koltuklarda oturup, oldukları mevkiden maddi ya da manevi kazanç sağlayan insanlar, “başarı” olgusunun ve getirilerinin kurbanı oluyorlar. Başarı, beynin kimyasında odaklanma gibi olumlu değişimler yaratırken psikolojik olarak da özgüven yükselmesi gibi etkiler yaratıyor. Kazanmak, başarmak zamanla bu getirilerin ekseninde bağımlılık haline gelebiliyor.
Kazanımlar çoğaldıkça elde edilen güç büyüyor. Bir süre sonra maddi ve manevi kazanımlar üzerine kullanılmaya başlanan bu güçten vazgeçmek de imkânsız hale geliyor.
Zamanla daha ben merkezci, kazanımları sonucu herhangi bir kaygısı olmayan ve eleştiriye kapalı bir insan modeliyle karşılaşıyoruz. Bunun en net halini de siyasetle uğraşan ve devlet yönetiminde belli mevkilere ulaşmış insanlarda görüyoruz.
Yıllar içerisinde elde edilen sınırsız güç, farkındalığı yok ediyor. Nörolojik olarak da bilimsel çalışmalarda ele alınan bu durum, iktidarda olan kişinin zamanla iç görüsünün yok olduğunu, muhakeme yeteneğinin oldukça azaldığını ve gücü muhafaza etmek adına “koltuk” olgusundan vazgeçemediği ve hatta kendisinin vazgeçilmez olduğu hissine kapıldığını gözler önüne seriyor.
Bilim insanoğlunun bulunduğu makamda 8 yıldan fazla bir sürede topluma ve ülkeye verebileceği hiçbir yeni şey yoktur. İnsan ruhu, o kadar uzun süre iktidarı samimiyetle taşıyabilecek donanımda değildir diyor.
Makalemizin başında bahsettiğimiz Gogolun ünlü eseri Burun’a tekrar gelirsek
Gogol Burun hikayesinin sonunu dünyada ne kadar saçma şeyler oluyor diyerek bitirir.
Evet. Etrafımızda bir sürü saçma şey oluyor ve olmaya devam edecek gibi görünüyor. Ama her şeyin derinliğine bakarsak orada eminim ki birçok mantıklı sebep bulabiliriz.
Hernekadar istisnalar çıksada .Açıkçası koltuğu kendi rızası ile bırakıp gitmeye hiç kimsenin niyeti yoktur.Burnunu kaybetme endişesi içerisinde olanların ise hem kendine hemde topluma yaşattıklarıda çoktur.
Herişin başı sabır diyelim ve İnönünün bir sözü ile kapatalım bugünkü
makalemizi“İktidarda kalmak değil, itibarda kalmak önemlidir.”