Ehrlich’in The Population Bomb’a yazdığı kötü giriş, Delhi’de takside giderken nüfus fazlalığından “korkmaya” başladığı anı tasvir eder:
“Delhi’de iğrenç kokan sıcak bir akşam. Kalabalık bir gecekondu mahallesine girdik. İnsanlarla dolu sokaklar sanki canlıymış gibi görünüyordu. Yemek yiyen insanlar, yıkanan insanlar, uyuyan insanlar. Ziyaret eden, tartışan ve bağıran insanlar. Ellerini taksinin camından içeri uzatıp dilenen insanlar. Dışkılayan ve idrarını yapan insanlar… O geceden bu yana aşırı nüfusun ne demek olduğunu biliyorum.”
Rum kesiminin Kıbrıslı Türkleri azınlık, Kıbrıs sorununu da azınlıklar sorunu olarak gördüğü çeşitli platforumlarda Rum siyasiler tarafından seslendirdiğine birçok kez şahit olmuşluğumuz var.
Zaten 1960 Cumhuriyeti’nin sadece üç yıl içinde çökmesinin nedeni ve 50 yıldır müzakerelerden bir sonuç alınmamasının en başta gelen sebebide buydu.
Sebep onlara göre Kıbrıslı Türklerin nüfusu ancak azınlık olabilecek bir nüfus olması.
Bugün nüfusumuz Güneydeki Rum nüfusu geçmiş görünüyor.
Gizlesekte rakamlar bunu bize söylüyor.
Fakat geçmişteki Rum politikalarından dolayı Kıbrısın kuzeyinin nüfusunun artırılması gerektiği düşünceme rağmen gelin görün ki bugün ne yazık ki bu düşüncemin gerçekleşmesinden mutlu değilim.Çünkü nüfusun artmasının bu şekilde olmasını hiç hayal etmemiştim.
Birleşmiş Milletler’in biyolojik çeşitlilik kriziyle ilgili raporunu ele alalım. Bu raporun vardığı sonuca göre, türlerin sekizde biri – yani bir milyon bitki ve hayvan türü – yok olma tehlikesi ile karşı karşıya. Rapor, “bu duruma yol açan dolaylı faktörlerin artan nüfusu ve kişi başına düşen tüketim miktarını, bazı durumlarda doğaya verilen zararı azaltırken bazı durumlarda da artıran teknolojik yeniliği ve eleştirel olarak yönetişim ve hesap verebilirlik konularını da kapsadığını” söylüyor.
Dünya nüfusu bugün itibari ile 8 milyar 208 milyonu aşmış durumda. Bu satırları yazarken göz attığım https://www.worldometers.info/
Kontrolsüz nüfus artışının iklim krizinin etkilerini ağırlaştırarak gıda ve enerji gibi kıt kaynakların rasyonel kullanımını zorlaştıracağını, doğudan ve güneyden batıya ve kuzeye doğru kaçınılmaz göç dalgalarına yol açacağını, küresel sistemlerin dağılacağını, karar mekanizmalarının bozulacağını, yerel savaşların çıkacağını, eski yeni bütün ideolojilerin radikalleşeceğini, büyük devrimlerin kapıda olduğunu anlıyoruz.
Nüfus patlaması yaşayan bir dünyada giderek kıtlaşan doğal kaynaklara sahip olmak ve sisteme açılan yeni pazarları birbirine bağlayan güzergâhları kontrol etmek için verilen bir paylaşım mücadelesi olarak patlak veren Ukrayna-Rusya savaşı ve Anglosakson-Çin rekabeti yakın gelecekte dünyanın nasıl bir yer olacağına dair hepimize ipuçları veriyor.
Ülkemizde de planlanan nüfus artırma politikası ile hep bu ülke kültür ve ahlak değerlerine uygun insan varlığının gözetileceği alt ve üst yapının düşünüleceği ve doğal kaynaklarımızın korunmasına itina gösterilebileceğini hayal etmiştim.
Bunu düşünemeye muktedir olduğumuz kadar yapmaya da muktedir olduğumuzu düşünmüştüm.
Nüfus artarken yollarda insanlarımızı trafikte kaybedeceğimiz ,sağlık sisteminde hastahanelerde kuyruklarda bekleyeceğimiz ,eğitimde sahte diploma ile anılacağımız ,2025 yılında bile sonu gelmez elektrik kesintileri ile sınanacağımız,atık suların denizlere boşalacağı ,karanlık yollarda insanları kaybedeceğimiz ,rüşvetin sıradanlaşacağı ,etik değerlerin yok alacağı her taraftan kurşun sesleri gelen bir nüfus artırma politikası hiç hayal etmemiştim.
Financial Times’da “Akıllı bilim bir sonraki kitlesel yok oluşu tek başına önleyemez” başlıklı bir yazı yazan Camilla Cavendish, BM raporunun “insan nüfusunun fazla olmasının, hayatta kalmak için muhtaç olduğumuz bitki ve hayvan türlerine zarar verdiği uyarısında bulunduğunu” yazıyor.
Cavendish yazısını şöyle sonlandırıyor: “Bir yandan nüfus artışını teşvik ederken, diğer yandan BM raporunu onaylamak sorumsuzluk olur. Hayatta kalabilmek için doğa ile bir savaş başlattık. Fakat eğer hemen şimdi ateşkes yapmazsak, bu savaşı kaybeden biz olacağız diyede ekliyor.
Doğal olarak insanın aklına nüfus bilimci ve iktisatçı Thomas R. Malthus’un 19. yüzyılda yaptığı biraz abartılı kehanet geliyor: gıda maddelerinin aritmetik, nüfusun ise geometrik artışı, sonunda insanlığı açlığa ve felakete sürükleyecek. Tarıma ayırmaları gereken parayla ürettikleri silahları ve kent içi yolları tıkayan otomobilleri yiyemeyeceklerine göre sonunda birbirlerini yiyecekler der.
İbn Haldunu da atlamamak lazım. Ona göre de nüfusun artması ve devletin birikimlerini zevke ve sefaya harcamasıyla halktan fazla vergi toplaması,nüfus artışı ile ahlâk arasında belli düzeyde bir ilişki kurarak, nüfusu fazla olan yerleşimlerin üretimleri de fazla olacağından ellerindeki bolluğu zevke ve sefaya aracı ederek toplumun ahlâkının çökeceğini kaçınılmaz görür.
Bir ülkenin nüfusunun üç katına çıktığını düşünün… İnsanların erişebildiği gıda miktarı da üç kat artmak zorunda. Her yapı ve yol üç kat artmak zorunda. Kullanılan elektrik miktarı üç kat artmak zorunda. Ulaşım sisteminin kapasitesi üç kat artmak zorunda. Eğitimli doktor, hemşire,mühendis avukat,öğretmen ,polis ve yönetici sayısı üç kat artmak zorunda.
Malumunuzdur ki her aracın bir taşıma kapasitesi vardır.Otuz kişilik otobüse 90 kişiyi zorla bindirebilirsiniz fakat yolcular arasında sorun çıkar.İtişip kakışma yaşanır.Kavga gürültü başlar. Zarar görenler olur.
Ülkemizinde insanlar ile kaynakları arasındaki optimal dengenin gözetilmesini gerektiren bir taşıma kapasitesi vardır. Hızlı nüfus artışının bu kapasiteyi zorladığı aşikârdır.