Ülkemiz siyasetinde yıllardır uygulanan sistem  evirmeden , çevirmeden net olarak söyleyeyim ki tek kelime ile LİDERLİK SULTASIDIR.

Doktor Fazıl Küçük ile başlayan toplum ve halk liderliği bir süre sonra BEY YÖNETİMİ adı altında çok farklı bir evreye geçiş yaparak  tek adamlık sultasına demir atmıştır.

1900’lü  yılların başından itibaren bu adada Kıbrıslı Türkler olarak verilen varlık mücadelesinin çok uzun bir bölümünde  ,toplum olarak  halkımız liderlere ve liderliklere tapınmayı normalleştirerek , şahsiyetleri adeta TABULAŞTIRMIŞTIR.

İngiliz sömürge yönetimine ve iç içe yıllarca yaşamış olduğumuz Kıbrıs Rum toplumu ile olan münasebetlerde bile edilgen ve ikincil yurttaş muamelesine razı bir yaşamı kendimiz içselleştirmiş halde ömür tükettik.

13 Şubat 1975 yılında KIBRIS FEDERE DEVLETİ, dönemi 1983 Yılından günümüze ise hala KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ dönemlerinde yine aynı anlayışların tezahürüne hiç ses çıkarmadık veya çıkaramadık. Bütün sorunlarımızda hep bir kurtarıcı rolüne bürünmüş LİDERLİKLERDEN MEDET UMDUK.

Bu yaklaşım ise yıllardır biz Kıbrıslı Türklerin adeta vazgeçilmez ve zorunlu kabul  bir yaşam biçimimize dönüşmüştür.

1974 mutlu barış harekatının sonucunda Kuzeyde Kıbrıslı Rumların bıraktığı bir çok GANİMETİ ve yıllar içerisinde büyük Türk Ulusunun yegane temsilcisi olan ATATÜRK TÜRKİYESİ'nden gelen abartısız tırlar dolusu parayı haksız ve adaletsiz bir yapı içerisinde bazı imtiyazlı ve nüfuzlu boynu kalınlara üleştirilmesi nedeniyle toplumsal adaletsizlikler ayyuka çıkmış olup gerçek mücahit ve mücadeleci halk kitleleri tüm bu paylaşımlardan mahrum bırakılmıştır.

Bu tür yaklaşımların ardında olan tek şey LİDERLİK VE TEK ADAMLIK ANLAYIŞINA DUYULAN BİATTIR.

Kıymetli okurlarım,

Cemaatten , topluma , toplumdan bir devlet kurma mertebesine ulaşmış olan bizler maalesef hala TEK ADAM anlayışlarına rağbetten vazgeçmiş değiliz.

Özellikle siyaset arenasında görülen en önemli özellik , siyasi parti başkan veya yöneticilerinin neredeyse aldıkları tüm kararları TEK BAŞLARINA ALIP UYGULAMALARINA diğer sözde yönetim kadrolarında bulunanların sessiz kalmalarına sizce ne demelidir .?

Bu kadrolarda bulunanların bazıları, MYK veya PM  toplantılarında kendi getirdikleri önerilerinin  genel başkanlarının benimsememesi nedeniyle , kendi getirdiği öneri aleyhine oy kullananları da gördü  maalesef bu güzelim ülke …

 Çünkü  bu figürler BİAT ve İTAAT  yaklaşımı içerisinde  günün birinde bana da bir menfaat olur düşüncesiyle sessizliği yeğlemekte, bazıları ise ismim şeklen de orada olursa KAZARA bir görev alırsam demektedir.

Bir kısım ise sessizlik yani sükut GÜMÜŞTÜR ‘ün arkasına sığınmaktadır.

Bu yaklaşımların egemen olduğu siyasi partilerde tartışma , konuşma, paylaşma, ve takım ruhu ile kollektif hareket etme yetisi asla kazanılmadığı için de hepimizin kabul ettiği üzere SİYASET KURUMU ÇARE ÜRETME MERKEZİ OLMA YERİNE ,var olan kronik sorunlara , üstüne üstlük SORUN ÜRETME MERKEZLERİNE dönüşmüşlerdir.

Gelişmiş ülkelerde bizim tam tersi yaklaşımların ana unsuru ise orada yaşayan halk kitleleridir.

Toplum bilinçli olunca siyaset kurumundaki yöneticilerin en önemli birincil görevi halkın istekleri ve ihtiyaçlarının mutlak dikkate alınıp uygulandığı bir yönetim yapısını yaşama geçirmek olur.

KKTC'de ise, toplum bilinci ve yurttaşlık hak ve ödevlerinin neler olduğu hususunda yeterince bilgi sahibi olamadığımız ve irade gösteremediğimiz için bizlere yöneticilerimiz, neyi REVA görüyorlarsa onu peşinen kabul etmemiz hep beklenen  ve kanıksanan bir durum olmuştur.

Mevcut  bazı siyasi partilerde başkan veya LİDER ülke ve partisi için yaşamsal öneme haiz, KARARLARI ALIRKEN TEK BAŞLARINA HAREKETİ ,bir meziyet olarak gördükleri ve herhangi bir itiraz ile karşılaşmadıkları sürece geride kalanlar PARMAKÇI ve onlara  sadece ,                                            PARMAK KALDIRMAK DÜŞMEZ Mİ ?

Yanılıyorsam lütfen beni düzeltin siz kıymetli okurlarım !!!