Geçmiş olsunlarımız hiç bitmeyecek.

Bir gün orman yanar. Bir gün askeri mühimmat patlar.

Bir başka gün çok büyük trafik kazası olur.

Başka bir gün felaketler ardı ardına dizilir.

Sonra petrol tankeri patlar, limanlarımızdan birinde, en güzel sahillerimizden birinde gemi karaya oturur.

Hiçbir şey yapamayız!

Ve daha bir sürü şey...

Fakat sanırım en acılarından bir tanesi koskoca ve tam teşekküllü olduğunu iddia ettikleri tek hastanemiz evvelsi gün itibarıyla kullanılmaz hale geldi...

Üstelik (şimdilik) 3 kişinin canını yutarak; diğer birçok insanı da ruhsal ve bedensel olarak ciddi şekilde yaralayarak.

Çok korkunçtu

Dumanlar çok korkunçtu.

Kaçışmalar çok korkunçtu.

Çaresizlik çok korkunçtu.

Bundan sonrasının ne olacağını bilememek çok korkunçtu.

Birkaç yıl önce eski sağlık bakanlarından bir tanesinin kendi ağzından şunu duyduğumda dehşete kapılmıştım: “4 şiddetinde bir deprem olması halinde, hastane yerle bir olacak.” O günden beridir o hastanenin kapısından içeri her girdiğimde her an yıkılma ihtimali aklıma gelir ve içindeki hastalar için, içine alınan bütün teçhizat için ve oraya yapılan her türlü masraf için çok üzülürüm.

Orada devlet adına hizmet veren herkes için de...

Daha büyük felaketlerin olabilmesine imkan sağlamak için çok büyük ihtimalle çürümeye yüz tutmuş, ne kadar temizlersen ve ne kadar bakım yaparsan yap asla bir hastaneye benzemeyecek olan bina için para harcanacak, tamir edilecek ve yine ikinci kez başka canların kaybedilmesi için içine yerleşilecek.

Yeni bir hastane yapmakla ilgili vaatleri verilir daha sayılı günler geçmişken elbet. Yeni bir hastanenin yapılması demek en az 5 yıl demek. Çağdaş ve kaliteli bir hizmetin sunulabilmesi adına aslında pek de bir çalışma olmadığını açık ve net bir şekilde bilirken, bütün bu yaşananların neden olduğunu çok iyi aklımız keserken, seyirci kalmak, hastaların çil yavrusu gibi sağa sola dağıtılmasına ve bundan sonra hasta olacak olanların da çaresizliğine hiçbir öneri getirememek nasıl bir acizliktir Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti için?

***

Hangi birine üzüleceğimizi çaresizliğimizle acizliğimizin bizi daha nereye kadar bu şekliyle taşıyacağını bilemez ve düşünemezken, sağlık sistemimizin içerisindeki koca koca tuzaklara dönüşmüş kara delikleri kapatan maskelerin sebepleri çok net bir şekilde belli olduğu halde, hiçbir şekilde kılımızı kıpırdatacak fikir üretemiyorken; bütün amaç son 50 yıldır sadece günü kurtarmakken bugün konuşup martavallar okumak halkı da hepimizi de sadece öfkelendirmeli.

Bence her şeyin koca bir yalandan ibaret olduğunu yüzlerine haykırmalı. Kendi yüzümüze de bunu açıkça söylemeliyiz. Yıllar boyu gösterdiğimiz sonsuz sorumsuzluk örneklerinin sonunda buyurun gelinen nokta işte tam olarak burası...

***

Yıllar önce çalıştığım bir işyerinde yangın merdiveni olmadığı için müdürle takıştığımda: “40 yıldır burası var. Ve hiç yangın çıkmadı Çiğdem hanım! Lütfen burada insanları böyle bir sebeple ayaklandırmayın” diye bir cevap vermişti bana.

Hastanenin durumu da bundan farklı değil doğrusunu isterseniz.

Kelle koltukta, herhangi bir sorunla hiç karşılaşmadığı için bundan sonra da karşılaşılmayacağını teyit eden örümcek bir zihniyetle bugünlerde taşınmış olan hastanenin geldiği son noktada yaşanabilecek en hafif felaket yaşandı belki de.

Sel felaketinin yaşandığı ve hastaneyi suların bastığında yaşanan elektrik sorunları nedeniyle hastanede ölümlerin olduğu, çok pahalı görüntüleme tıbbi cihazlarının atılmak zorunda kalındığını hatırlıyorsunuzdur.

Ve bütün bunlardan kaynaklanan ekonomik güçlüklerin altında bizlerin verdiği vergilerle edildiğimizi de hatırlayacaksınız...

Başka bir söz söylemeye daha nefes tüketmeye gerek var mı dersiniz?

Dr. Çiğdem DÜRÜST