Devlet bütçesi gerçekten çok berbat.
Gerçekten devlet elini nereye atsa orası elinde kalıyor.
Bunun sebebi tabii ki hükümetler,çünkü devlete bir karakter veren hükümetler olur.Bizim devletimiz, kurulduğu andan itibaren bir karakter belirleyip hangi hükümet gelirse gelsin çizgisini sürdürecek bir sağlam yapı kurgulayamadığından, şu ana kadar gelip gidenler hep yapıpyapıp yeniden bozmakla uğraştılar.
Hali ile toprak seviyesinin üstünde görünür bir inşa yaratılamadı. Yapılanlar da toprağın altında kaldı.
Evet evet bu iyi bir benzetmedir sanırım.
Dahası 1993’ler sonrasında iktidarı paylaşmaya başlayan CTP de devreye gelince biri geldi bozdu, öteki geldi kendi inşa ettiğini tamir edip yükseltmeye çalıştı, öteki yine geldi bir daha bozdu ve iyice belirsiz ilerlendi.
Bu uğurda harcanan emek ve yapılan masraf da cidden havaya saçılmış oldu.
Sonuç: Sıfıra sıfır elde var sıfır!
Günün sonunda bize kalan karakteristik özellik biat, şükran, arzu ve rica minnet seviyesinde kaldı!
En acısı da asıl görevlerini yerine getiremeyen bir varlığın kendini devlet zanneder bir şekilde “konuşması”dır.
Kronik lösemi hastası bir arkadaşımın sosyal medya hesabı üzerinden gözü yaşlı yaptığı yayını görmüşsünüzdür belki de. Reçetemde yazan ilacı hiç tam almadım diyor. 2 aylık ilaç yazılıyor ve bana İlaç Eczacılık Dairesi tarafından verilen ilaç sadece 10 tablet yani 10 günlük ilaç diyor. Hem tedavimi olmaya çalışıp hem de sürdürülebilirliği hususunda sürekli endişe duyarak yaşayamıyorum diyor!
İsyan ediyor.
Oysa sağlık tüzüğü, bu ilaçların devlet tarafından yurttaşlara sunulmasını zorunlu kılıyor!
Eğitim mi?
Dilerseniz hiç değinmeyelim! Ki hem sağlık hem de hizmeti aynı anda devletten bekliyorsanız zaten stres ile gelen fiziksel ve ruhsal hangi rahatsızlıklar var ise tümü ile burun burunasınız anlamı çıkıyor bundan…
İşte gördük:Yarım asırdır devam eden bu sürecin bize hiçbir şey getirmediğini gördük!Pandemi sürecinde devletin yoksula ve kıt kanaat geçinene daha da yaşamaya hakkın yok dercesine; zengine ise katlaya katlaya devam et büyümeye diyerek sürdürdü imkanlarını fırsat eşitliği(!)ne dönüştürmeyi.
Torpilin ardı arkası kesilmedi.
Umutsuzluğun da…
Herkes payına düşeni aldı. 500 bin nüfus içinde 50-60 bini ayakta kalmayı başardı. Ötekiler ise göçükte ezilen oldu.
Defalarca savaşa maruz kalan bir toplumuz. Savaşları yaşayanlar da hala aramızda. Mecliste de savaş görenler var. Onlar bile toplumsal üleşimi ve eşitlikle adaleti içselleştirememişlerse biz daha ne diyebiliriz ki onların yetiştirdikleri olarak.
Doyumsuz, hep bana diyenleri koltuklara oturtarak yarım asırdır kendi kendimize yaptığımız kötülüğe hiç değinmeyeceğim…
***
Yapılan açıklamalar, sözüm ona alınan önlemlerle ilgili kendilerinin de inançsız oldukları ne kadar bariz görmek isterseniz konuşurlarken ekranlarınıza yaklaşın ve gözlerine, mimiklerine, beden dillerine bakın.
Hala vicdanlarına hükmedemediklerini ama ısrarla etiğin dışında yürümeye hevesli olduklarını göreceksiniz!
Olmadı, yapamadık.
Gidiyoruz. Gördüğümüz şu sıkıntıların giderilmesi için yapabilecek olan gelsin. Az biraz sıkıntı çekelim ama ayağa kalkalım diyecek cesareti ve gücü de gösteremiyorlar bal ve yağ küplerindeki ellerini olduğu yerden çıkaramadıklarından.
Sonuç zavallı bizler ve ne olacağı belirsiz geleceğimiz.
Önden buyurun!
Dr. Çiğdem DÜRÜST