Deniz, sadece içlerinden bir tanesi…
Hikayesi ise şöyle;
“1997 doğumlu Deniz, 3 yaşında SOS Çocukköyü Derneği ailesine katılır. Deniz, sevgiye, bakıma ve ilgiye en çok ihtiyaç duyduğu bu dönemde, SOS Annesine sıkı sıkı sarılır ve SOS’in ona sağladığı gelişim olanaklarını doğru kullanarak kendini en iyi şekilde yetiştirmeyi başarır.
Parlak bir öğrencilik dönemi geçiren Deniz, 2008 yılında ilkokuldan pek iyi dereceyle mezun olur. Daha sonra çok iyi kalitede eğitim veren bir koleji kazanır ve 2015 yılında da bu okuldan pek iyi derece ile mezun olur.
KKTC vatandaşı olmadığından dolayı yerel olarak düzenlenen Üniversite yerleştirme sınavına katılamaz. Bu yüzden, Türkiye Cumhuriyeti tarafından düzenlenen, çok daha fazla kişinin katıldığı ve kazanma şansının daha düşük olduğu, sınavlara katılır. Yoğun çaba ile hazırlandığı sınavların sonucunda bir üniversitenin Moleküler Biyoloji ve Genetik (İngilizce) bölümünde %50 burs kazanır. Deniz halen çok çalışmaya ve hayallerinin önünde duran engellerle mücadele ederek kendi yolunda ilerlemeye devam etmektedir…”
Deniz yüzlerce çocuktan bir tanesi, başarı basamaklarını tırmanan…
Onun gibi niceleri var!
Belki doğduklarında kadersiz olan ama SOS ile tanışınca kaderleri bir anda değişen…
Aileleri olmadıkları için onların hepsine de öncelikle bir aile ortamı sağlanarak eğitiliyorlar!
Koruyucu annelerle, ablalarla…
Mükemmel bir sistem yaratılmış, onları hayatta tutmak, bağlamak ve yaşamlarını idame ettirmek için…
Elbette burada Avusturya’nın ayı çok büyük!
Seçtiği ülkelerde yüzlerce Çocuk Köyü var, bir tanesi de bizde…
Ama işte hemen önümüzde 2018 yılı var, göz açıp kapayıncaya kadar geçecek olan!
Avusturya elini ayağını, yardımını ve desteğini çekecek bu tarihte, iş bize, hepimize düşecek…
İyi de önce KKTC devleti olarak bu çocuklara neler veriliyor…
Her birine asgari ücretin arısı kadar bir rakam!
900 TL ile bir çocuk kusursuz yetiştirilir mi?
İmkan ve ihtimali yok…
Ama işte Kıbrıs Türkü’nün katkılarıyla belki biraz daha yaşayacak, yaşatılacak SOS Çocukköyü…
Ama nereye kadar!
Zira biz de siyasiler gibi hayır kurumları olunca bol keseden atar, onları yere göğe sığdıramaz ama iş eyleme dönüştüğünde hep sınıfta kalırız…
Buradan mesaj devletin ta kendisinedir elbet…
208 yılı gelip de çattı mı Avusturya buradan maddi ve manevi desteğini çekecek, iş KKTC’nin omuzlarına yüklenecek!
Şimdiden uyarmak istedik…
Çok geç kalındı denilmesin diye!
Özellikle de sosyal devletiz diye çok iddialı olanlara…
Şimdiden önleminizi alınız!
Yüzlerce çocuk ve gencin geleceği hepimizin elinde olacak…


 
 
Hala bu kafadalar!
 
Mağusalı tanımış işadamı paylaşmış bu resmi…
Tatil için gittiği Yunanistan’da ‘asla unutmayacağız’ başlıklı tabelaları fotoğraflamış!
En çok turist giden yerlere koymuşlar bunlardan…
Kim olsa sinir olur tabi ki!
Hem de müzakerelerin en yoğun geçtiği bu dönemde…
Hatta çözüme ramak kaldı denilen bir süreçte!
 
 
“Bu mu uluslar arası bankacılık!”
 
“HSBC için hiç iyi düşünmüyorum. Bankadaki hesabıma karşılık kendi adıma bir çek istedim, artık banka çeki vermediklerini söylediler. İkinci çare olarak kendi çekime "Good for payment" mühürü vurmalarını istedim, onu da yapamayacaklarını söylediler. Pardon vallahi, çok yakında çeklerle iş yapmayı kaldırdık derlerse hiç şaşırmayacağım. Bu mu Uluslararası Bankacılık?
Zannedersem geri İş Bankasına dönme zamanı gelmiştir. Üzgünüz.
NOT: Tapu, Gümrük gibi yerlerde açık artırmalarda geçerli akçe ya banka çekidir ya da "good for payment" mühürlü şahsi çeklerdir. Nakit para tercih edilmez çünkü hem sayması zor hem de taşıma riski büyüktür.
 
(İsmet ÜSTÜNER)
 
 
 
“Asker kardeş senin ne işin var orada!”
 
“Türkiye'de şehir merkezlerindeki askeri birlikler şehirler dışına çıkarıldı, taşınma işlemi bitti. Bizde askeri birlikler ne zaman şehir dışına çıkarılacak? Ve özellikle deniz ile, sahillerimiz ile kucaklaşmış olacak vatandaşımız?...
Hele o Palm Beach yolu yok mu, aracını park eden gençlere düdük çalan erler, park etme yasağı, ASKER KARDEŞ senin ne işin var orda?
Biride bana bunu izah edebilse, ben ölmeden ama...”
 
(Ersoy İNCE)
 
 
 
“Boğazına mı sarılacaktım!
 
“İnsanların korktuğunu, anlaşılan konuları daha net bilmek istediklerini söyledim… Akıncı’nın söyledikleri izleyenleri tatmin etmediyse benim suçum mu? Kalkıp adamın boğazına mı sarılacaktım?
Programın süresi yetse garantiler konusunu daha da açacaktık, Rum tarafının önerisi olduğu iddia edilen mülkiyette “Duygusal Bağ” meselesini soracaktım.
Bir programa katıldık, zaman yettiğince soru sorduk, Cumhurbaşkanı da bir şekilde cevaplar verdi.
Gazetecileri de Akıncı’ya da yetersiz bulabilirsiniz, beğenmeyebilirsiniz, tatmin olmayabilirsiniz, normaldir, doğaldır, hakkınızdır ama öyle gereğinden fazla anlam yüklemeye, çamur atmaya, karalamaya da hiç gerek yoktu…”
 
(Ali BATURAY)