Bu yazı Mesarya Kadınları İnisiyatifi’nin “Tufan Erhürman’ı Kınıyoruz” başlıklı sosyal medya
açıklamalarına dönük feminist bir eleştiridir. Mesarya Kadınları İnisiyatifi kimlerden oluşur
bilmem, üyelerini tanımam, bir yerlerde kimlerden oluştuğu yazılı ise görmedim ama kendileri
sayfalarından yazarlarsa ve öğrenebilirsek çok iyi olur. Neden mi? Fikirlerin ardındaki özneleri
bilmeden o fikirlerin nasıl inşa edildiği, onunla ne yapıldığı analşılamaz. Objektif doğru
olmadığından, hangi perspektifin merkeze alınıp yazıldığını ancak özne gizli olmazsa
anlayabiliriz. Mesela işçi hakları temelli bir inisiyatif düşünün, yazsınlar, eleştirsinler, bildiri
yayınlasınlar ama metin yazarlarının kimler olduğu belirsiz olsun. Eğer o inisiyatifin bildiri
yazarları, sosyal medya sayfa düzenleyicileri işverenler ise ve gizli bir şekilde kendilerini
tutuyorsa ne düşünürsünüz? Elbette alt metinlerinde işçi hakkı savunduklarını düşünmez ve
yazdıklarında iz sürer, işveren perspektifinden yazılanın ne anlama geldiğini sorgularsınız.
Benim için feministler de çok çeşitli oldukları için feminist örgütlenmelerde de durum aynıdır.
Yukarıda adı geçen Erhürman’a yönelik eleştiri “bağımsız feminizm” hedefi ile yapılılıyor
deniliyor. Ancak, hedefe uyumsuz şekilde metinde Kıbrıslı Türk kadınların tarihi
sessizleştiriliyor. Kıbrıslı Türk kadınların tarihlerinin sessizleştirilmesi yeni bir olgu değildir.
Bunun için de metinleri yazan öznelerin kim oldukları ve siyasi duruşları önem kazanmaktadır.
POGO temsilcisi Kokukouma CTP kadın örgütü devir tesliminde “işgal bölgesi” dedi. Ardından
Erhürman kendi konuşmasında “CTP’nin resmî duruşunda işgal söylemini kullanmadığını” ifade
etti. İnisiyatif açıklaması Erhürman’ın işgal söylemini CT’nin benimsemedigini belirtmesine
yönelikti. İnisiyatifin açıklaması öncesinde, konu ile ilgili ilk yazım, inisiyatifin de yazdıklarını
sayfalarından paylaştıkları “soldan bir erkek” tarafından geldi. Bu yazım “mecliste “adamlık
basan” solcu ile Erhürman’ın söylediklerini mukayese ederek “meclisteki solcunun affedilmesi
gerektiğini, Erhürman’ın ise eril bir tahakkümü POGO’dan gelen temsilciye uygulayarak kadını
düzelttiğini” yazdı. Bu adamın “Feminist” gailesi de inisiyatifin açıklamasının merkezine oturdu
ancak ilk metnin yazarının feminist değerlere çok meraklıymış gibi sergilenen tutumuna rağmen
bu zatın açıklamasında “POGO temsilcisi” dediğini ve kadının adının bir kere bile yazılmadığını
okur not etmeli. Mesarya Kadınları kendi isimlerini koymadan nasıl özne durumlarını gizliyorsa,
POGO Kadınları da siyasetlerinin uzantısı olarak isimsiz şekilde adamlar tarafından
hiçleştiriliyor. Bu basit dışa vurumdan bile meselesinin ne kadar “feminizm” olduğunu ve bu
adamların feminist kavramları ne kadar içselleştirdiğni görebiliriz. Feminizm nasıl da
araçsallaştırılıyor erkekler tarafından değil mi? İlk açıklamayı bir adamın dar feminist algısından
yapmaları ve bu argümanın kısırlığını aşağıda daha geniş açıklayacağım. Ondan daha önemli
olan konu, kadınların bastırılmasına karşı tavır alan İnisiyatif’in bunu yaparken metin içinde
Kıbrıslı Türk kadınların tarihini görmezden gelmesidir.
Mesarya Kadınları İnisiyatifi’nin metnindeki ifadeler şudur:
“Savaşta en ağır bedeli ödeyenlerin kadınlar olduğu su götürmez bir gerçektir. Kadın bedeni
toprak gibi işgal edilecek, sahiplenilecek alan olarak görülür. Bu nedenledir ki Kıbrıs'taki Rum
Kilisesi 1974 sonrası kadınlar kürtaj yapabilsin diye beyanatta bulunmak zorunda kalmıştır.
Tecavüzü serbest bırakmıştır.
Evi, toprağı işgal edilen, cinsel saldırıya uğrayan, çocuklarıyla bir başına 'dul' kalan, sevdiklerini
toprağa gömen Rumca konuşan Kıbrıslı kadınların acılarını; toplumunu yurtsuz bırakmak
pahasına Türkiye'ye yaranmaya çalışan erkek bir siyasetçinin anlamasını beklemiyoruz!”
Kendilerine, sayfalarından yaptığım eleştiri şudur:
“Bu açıklama sadece Rum kadınların savaş tarihini seslendirmekte ve Kıbrıslı Türk kadınların
yerinden edilmişliği, tecavüze uğraması, evlerini bırakmasını içermemektedir. Savaş tarihleri
tekil değildir ve bizimkisi de tek yönlü bir şiddetin sonucu değildir. Akademik ortamda, Kıbrıslı
Türk kadınların savaş tarihini yazmanın önünde büyük bir lobi olduğunu da buradan ifade
edeyim. Evet barış, evet bağımsız feminizm ama bir kadın tarihini sessizleştirip öbürünü tekil
şekilde bu acıları çekmiş tek grup olarak sunmayan, herkesin tarihine saygılı bir feminizm olsa
daha iyi olur. Aksi halde bu da KC resmi devlet tezi yani eril duyuluyor. Bir de Freudian dil
sürçmesi herhalde “kilise tecavüzü serbest bıraktı” yazmışsınız.”
İnisiyatifin klavyesinde oturan kişi bana hemen katkımdan dolayı teşekkür etti ve kiliseye
tecavüzcü diyen kısmı “Böylesi muhafazakar bir kurum kürtajı serbest bırakmıştır” diye yazıyı
düzeltti. Hemen o anda. Sanırım kiliseye tecavüzcü demek acilen düzeltilmesi gereken bir
yanlışlıktı ama an itibari ile bu metinde Kıbrıslı Türk kadınların savaşta yaşadıkları tecavüz,
çocuklarıyla bir başlarına ‘dul’ kalışları, sevdiklerini toprağa gömen “Türkçe konuşan
Kıbrıslıların” yaşadıklarını bu metin hala içermemektedir. Yani bu metin, tek taraflı Rum siyasi
söyleminin uzantısıdır. İnisiyatif Erhürman’ı hızlı şekilde “Türkiye’ye yaranmaya çalışıyor” diye
ilan ederken, kendilerine soralım, eril dille oluşturulan ve sadece Kıbrıslı Rumlar’ın tahakkümü
altında bulunan Cumhuriyetimizin an itibarı ile resmî tezi olan bu görüşü, feminist bir oluşum
Kıbrıslı Türk kadınların sesini bastırmak pahasına yapıyorsa, onlar kime yaranmaya
çalışmaktadır?
Yukarıdaki kırpılmış tarihsel anlatı Kıbrıs’ta savaş aniden ve tek yönlü bir saldırgan (Türkiye)
tarafından çıkarıldı, Kıbrıslı Rumlar da bu savaşın tek mağdurudur diyen bir alt metne sahiptir.
Metinlerde çoklu tarihler tekilleştiğinde kendinize sormanız gereken soru, çoklu tarihin aynı
anda ifade edilmemesi nedendir ve tekil oluşturulması algımızı nasıl yönlendirir? Kiliseyi
tecavüzcü ifade etmeyi hemen değiştirenler, uyarıma rağmen Kıbrıslı Türk kadınları metine
neden eklememişlerdir? Yoksa Kıbrıslı Türk kadınların da Rumlar tarafından mağdur edilişleri
konuşulursa “işgal” söylemi Rumlar’ın tecrübesine ait iken, Kıbrıslı Türkler’inkine uygun
olmayacak mıdır? Peki bu “işgal söylemine uysun” diye Kıbrıslı Türk kadınların tarihlerini ve
sesini kısmak bağımsız feminizm midir”? Her gruptan kadınların özgürleşmesini önemseyen
ilkelerine uygun mudur? “Birleşik Kıbrıs’ta barış kurmak”, Kıbrıslı Türk Kadınların sesini
kesmek, atlamak ile kurgulanabilir mi”? Onun adı barışmak olur mu? Evet Rumlar’ın tecrübesi
işgaldir ama bizim farklı tecrübelerimizin bastırılması barışmak mıdır tahakküm müdür? Esas
barışmak farklı tecrübeler ve farklı konumlamaların kabullenilmesi üzerinden yaratılacak bir ara
kesitte olmak zorundadır. Gizlenen her tarih tahakkümdür, gizlenen/yok sayılan her özne ezme
ilişkisi yaratır. Rumlar’ın tecrübelerini tanımak demek, bize ait olmayan bir tecrübeyi
içselleştirmek zorundayız demek değildir. Onların tecrübelerinin geçerli olması için sizin kendi
tecrübenizi unutmanız gerektiğini size söyleyenler beyninizde tahakküm kurmuştur. Bu
tahakkümü de kırmanız gerekmektedir.
Meserya Kadınları İnisiyatifi’nin metni Kıbrıslı Türk kadınların savaş tarihini sessizleştirme
çabasının ilk örneği değildir. Bu sessizleştirme Avrupa’nın AKEL’inin parlamenteri ve bugün
“atanarak örgüt başına getirildiğini” Inisiyatif’in söylediği kadınlar tarafından da daha önce
defalarca yapıldı. Bir de atama varsa bunun AKEL’in Türk kolu kontenjanı olduğunu da
bilmeyenimiz yoktur değil mi? Artık sol değerler çerçevesinde birleşilen bir siyasi ilişki maalesef
yoktur çünkü zaten AKEL Kıbrıs meselesinde resmî Rum politikasını takip ettiğini Annan
Planı’ndan beri açıkça göstermektedir.
Kıbrıslı Türk kadınların tarihini sessizleştirmek sistemseldir ve tesadüfi değildir. 10 yıl kadar
önce ben akademik dünyada Kıbrıslı Türk kadınların savaş tarihi ile ilgili öncü bir makale
yayınladım. Ortak yazarlı bir çalışmaydı. Kıbrıslı Türk kadınların savaş tarihini akademik olarak
yazabilmek konusunda büyük bir karşı lobi vardır, basılmaması için uğraşanlar da olmuştur. Bu
çalışmayı yayınladığım anda Avrupa’nın AKEL’inin parlamenteri (o zaman daha parlamenter
değildi) devreye sokuldu. Bir yazı yazdı ve orada barış için Kıbrıslı Türkler’in sadece Rumlar’ın
çektiklerini konuşmasını, Kıbrıslı Türkler’in de acılarının konuşulması için Rumlar’ın yazmasını
beklemeleri gerektiğini söylemişti. Kendisine daha ta o zamandan yazdığım cevapla ilgilenenler
kibristime.com’da 2014 yazıları arasında bulabilirler. Sadece yazılan bu yazı ile de kalınmamıştı.
Hemen AKEL’in Türk kolu ataması feministler DAÜ’ye koşmuştu. DAÜ “akademisyenleri”
kadınlı erkekli “iki toplumlu” bir konferans düzenlediler. “Kıbrıslı kadınların savaş tarihinde,
Rum kızkardeşlerimizin savaş acılarını konuşacağız” denmişti. Benim ortak yazarlı Kıbrıs Türk
kadınların savaş tarihi davet edilmemişti, başka herhangi bir Kıbrıslı Türk kadın tarihi sunumu
da olmamıştı. Zaten basılı yayın da pek yoktu konu ile ilgili, hala da akademik düzeyde konu ile
ilgili yayınlar cılızdır. İçeriksel olarak sunumlar da sorunluydu. Çünkü konuşmacılardan birisinin
kendisinin konu ile ilgili yazdığı bir araştırması olmamasına rağmen “beğendiği başka
makalelerden özet” sunmuştu. Alanındaki ilklerden olan makalemizin DAÜ’de (sanırım ortak
yazarım o anda yarı zamanlı DAÜ’de de çalışmaktaydı) yer bulamaması ve bu görmezden gelme
tesadüf değildir, bir sessizleştirmedir. Zaten konferansın yapılışı da konuyu Kıbrıslı Türkler
açısından ele almaya bir karşı duruştu. Kıbrıslı Türkler’in kamu üniversitesinin Avrupa’nın
AKEL’inin temsilcileri üzerinden “tekil” akademik bilgi üretmesini ve Rum eril resmî tezlerinin
ötesine geçemeyişlerini de Kıbrıslı Türkler’in mercek altına alması gerekir. Gerçek toplumsal
çalışmalar ancak çok seslilik olursa barışa dönük değişim getirir.
İzlediğimiz kadarıyla son 10 yılda değişim olmamıştır. Şimdi de parti örgütlerine getirilen
kadınlar Annan kapsamlı barış planına “hayır” diyenlerin işgal söylemlerini içimize resmî olarak
taşıma görevini sürdürme rollerinde hızını arttırmış. Soralım, Avrupa destekli raporlara “Kıbrıslı
Rum kadınlar Kıbrıslı Türkler ve Türk askeri tarafından tecavüze uğramıştır, Kıbrıslı Türk
kadınlar Rumlar tarafından tecavüze uğramamıştır” diyenler, Türkiye’den sonra sıraya “savaş
suçlusu” olarak Kıbrıslı Türk erkekleri mi koyma görevindedir”? Bu söyleme sahip olanların
amacı kadınların her eril yapı altında, her grup tarafından uğradıkları tecavüzü ortaya çıkarmak
mıdır yoksa amaçları, eril devletperestliklerini Kıbrıs Cumhuriyeti’ne fetişizme çevirerek yine
bir devletin tahakkümü altına yerleşmek midir?
Umalım bu soruları Mesarya Kadınları İnisiyatifi kendine sorsun. “Bağımsız feminizm”
hedeflerinde neler yaptıklarını izlemeye devam edeceğim ama Kıbrıslı Türk kadınların tarihini
gizlediklerini aklımda tutarak ve soru işaretlerimden hiç vazgeçmeden. Umarım kendilerini takip
eden okur da aynı yöntemi izler.
Son söz olarak İnisiyatifin metnini temellendirdiği, “misafirin” söylediği üzerinden CTP’nin
duruşunun “kadınlara tahakküm kuran eril bir dil olması” meselesine de değinmekte fayda var.
Kavramları bulandırma solun epeyce muzdarip olduğu bir şeydir ada yarısında. Bir konuda
toplumun tepkisi oluştu mu onu kendi siyasi ajandalarına eklemleme, kavramları çarpıtmak
pahasına yapılır. “Eril dil” kullanarak “erkeklik” adına itişen kalkışan iki adamın kendilerini
Meclis kürsüsünde ifade etmesi erildir ve eleştirilmelidir. Ancak federasyon müzakeresinde
olduğunuz grubun söyleminden farklı söyleminiz olduğunu ve ayrıştığınızı söylemek eril dille
“kadını düzeltmek” değildir. “Misafirin” söylediğini söylememesini talep etseniz o eril dil olur.
Siz onun söylemine karşı kendi söyleminizi açığa çıkardığınızda bu tahakkümcü değildir. Tam
tersine onun söylediklerini “barış adı altında sizin söylediklerinizi kabullenmek zorundayız”
noktasına itilmeniz tahakküm olur. Solun 25 yıldır Euro ile içine çekildiği “barış dili “ de zaten
tam da odur, barışmakla alakasızdır, tahakkümcüdür. Kıbrıslı Türkler’in tamamını
tecrübelerinden yalıtarak, karşı tarafa biata zorlamaktadır. Burada bir de kadın erkek meselesini
“kesişimsellik” ile görmeniz gerekmektedir. Erhürman’ın cinsiyeti kendisini otomatik olarak
POGO’nun kadın temsilcisi, Kokukouma’ya hiyerarşik olarak üstün kılmamaktadır. Rumlar
hepimize ait Cumhuriyetin tek tanınır topluluğudur ve bu hiyerarşiyi kullanarak kendi politik
kullanımlarını, Batı’nın desteği ile bize empoze etmeye çalışmaktadır. Yani etnik kimliğinin
konumlanışında Erhürman hakim pozisyonda değildir. Kadın ve erkeği sosyal pozisyonları
üzerinden görmeyen kısır bir algıyla analiz yapmayınız.
Araştırmasız dayatmacı bir tonla “sol görüşte olan herkes işgale inanır” diyerek Erhürman’ı
“Türkiye’ye yaranmak istiyor” noktasında sunmak da yanıltıcı bir söylemdir. Topluma kendi
çıkarımları dışında dayatma yapmak sizin kendi sahip olduğunuz konumları öne çıkarmak
içindir, toplumun duruşuna saygılı değildir ve tabi ki “ toplum için topluma rağmen” en eril
yaklaşımdır.
Kıbrıslı Türkleri daha anlayamadınız mı? Çoğunluğu ne Türkiye’ye şükrancılığı ister, ne
Rumlar’a biat için işgal söylemini. Kıbrıslı Türkler Türkiye ile hakimiyete değil “imtiyazlı ülke”
ilişkisine dayalı bir işbirliğini, Rumlar’la da ekonomi temelinde adanın iki yanında ortaklaşacak
kalkınma ister. Barışa gerçekten inananların görevi de bu süreçler içerisinde tabandaki insanları
buluşturarak birbirine yakınlaştırmaktır. Ama bu ara-bölge elitisti, euro eksenli sözde barışmalar
gibi değil, gerçek dünyalarda birbirinin dilini ve İngilizceyi konuşamayanlar arasında olacak bir
barış inşası demektir.
Erhürman demokratik ilkelere uygun olarak kendisine oy veren halkın beklentilerine dönük
hareket etmektedir. Sol ada yarısında çeşitlidir. “İşgale” inanan sol tarafından baltalansa da
Erhürman’ın CTP’sinin aldığı oya kıyasla “işgal” dışında söylemi olmayan sol partilerin aldıkları
oylar size toplum genelinin durumunu söylemektedir. O yüzden de Akıncı’nınki de dahil şu anda
üç parti/oluşum işgal söylemi yapmaktadır, oy isteyenler de vardır, yani gidip o partilerde siyaset
yapabilirsiniz, ifade alanlarınız oraya kaydırabilirsiniz. İlla ki CTP’nin bu politikaya dönemsini
istemeniz seçmenin sesini ifade etmedikleri bir uzanıma götürme arayışıdır ve egemenliğin
kaynağını Kıbrıslı Türkler’de değil Rum söylemlerinde ve temsiliyetimiz olmayan KC devleti
otoritesinde aramaktadır. Toplumsal egemenliğimizin kaynağı ne Türkiye ne Rumlardır, Kıbrıslı
Türklerdir. Mücadelemiz de bunu hayata geçirmek için olmalıdır çünkü ancak o şekilde sesimiz
kısımayacaktır. CTP de işgal söylemine sarıldığı anda Akıncı’nın partisinin alabildiği oy üst
çatısında siyaset yapabilir, onun yanında yerini alır. Hodri meydan! Deneyin, görün.