Kimsin, neredensin, kiminlesin, yoldan geçen, durup bekleyen, her yerde eğlenen ve bir sebep bulup hüzünlenen kadın. Bilemem ben. İster sarışın ol, ister kumral ve esmer, gerçek değil hayalsin sen

***

Dal gibi ince selvi gibi bir boy. Başak rengi dalgalı ve uzun saçlar, ince kaşlar, buğulanmış yeşil veya mavi gözler. Hokka gibi bir burun ve kağıt kadar ince pembe dudaklar.

Beyaz tenin daha da inceltiği bir boyun, nefes alınca beliren göğüsler, omuzların yarısı kadar bir bel ve bir o kadar kalçalar. Upuzun bacaklar ve topuklu ayakkabılar.

Konuşunca kimden geldi diye bakındıran çatlayan bir ses. Sorgulayan bir konuşma ve sallanırken tehdit eden uzun parmaklar. Davet eden ve beğenmişliğini ele veren bakışlar.

Sen, sarışın kadın, beğenilmeyi bekleyen soğukluğunla kal. Gerçek değil hayalsin sen.

***

Ütüden çıkmiş gibi düz ve kısa kesilmiş saçlar. Oval bir yüz ve etli dudaklar. Salınan küpelerle süslenmiş her şeyi duymaya hazır kulaklar. Gülücükle parlayan inci gibi dişler.

Bluzun sıkıştırdığı fırlayıp kaçmaya hazır göğüsler. Sıkı kemerin altında dolgun kalçalar. Kısa eteğin yırtmacında kendini gösteren düzgün bacaklar. Küçücük ayaklarda fantazi ayakkabılar.

Kalın dudaklara inat zor işitilen ince ses. Bildiğini anlatmaya hevesli konuşmalar ve ne zaman susacak diye bekleyen insanlar. Çevredekiler azalınca, ne hata yaptım diye gezinen bakışlar.

Sen, gülümseyen kumral kadın. Uzak dur benden. Gerçek değil hayalsin sen.

***

Kıvırcık siyah saçlar, siyah gözler ve parlayan uzun bir yüz. Heykelden alınan bir burun ve kıvrılan dudaklar. Upuzun boynunda sallanan, kulaklardaki yuvarlak halkalar.

Abanoz tenin sardığı bir vücut değil, sanki canlı gibi duran bir abanoz heykel. Heykel değil her ritme capcanlı ayak uyduran. Bir orada bir burada, nerede bu binbir canlı nadir bulunan?

Kıvrık dudaklardan dökülen büyülü ve kadife ses. Bu sadece ses değil, herkesin anladığı bir şarkı. Anlatıyor herkese belki bir öykü ve belki bir aşkı. Her kulağa ulaşan yapışkan nefes.

Sen, ritminle ve nefesinle, yapışma bana abanoz kadın. Gerçek değil hayalsin sen.

***

Sen, küçücük yüzün ve ellerin, kısacık boyun ve saçların, gülen yüzün ve gözlerin, yüzünde cehennem gibi siyah benlerin, beyaz mı esmer mi 25 yıldır anlayamadığım tenin.

Tanıştığımız gün, bu da mı “bizim gibi gizli kalmışlardan biri” dedirten oturuşun. Tez canlı ve her şeye koşan yürüyüşün. Burada basan ve orada bulunan ateşli hallerin.

Ellerimizi “bir daha ayrılmasınlar” diye birleştirmişti nur içinde yatan. Arabada giderken beni ateşleyen elimi ilk tutuşun. Seni ilk öptüğümde dudaktan, neden sarılıp saklanmıştı boynun.


İstanbul’daki evi yuvamız haline getirişin. Bana her gece sanki sen okuyormuşcasına destek oluşun. Kızımı müjdeleyen mahcup ve mutlu gülüşün. Doğum yaparken haykırışın.

Akşam yemeklerinin tadı, “kullandığın tuzdan mı yağdan mı?” yoksa “yaş sebzeden ve taze etten mi?” bir türlü çözemedim. Vardır bir marifeti elinin ayarının. Belki de sofradaki bakışından, tatlı tatlı anlattıklarından ve dünden kalan tartışmadan.

Soruyorsun “düştü mü ateşin?” Anlımdaki ıslak bezi alırken ve dereceye bakarken kaygıyla bakışın. İlaçları verirken merhametle gülümseyişin. “Naz yapma, kalk artık iyileştin” deyişin.

Sana ilk sarıldığımda dirseklerim kavuşmuş, sanki yoktu bedenin. Tüy gibi hafiftin. Şimdi seni kaldıramıyorsam yaşlılıktan, seni saramıyorsam kollarım kütleştiğinden. Teknoloji harikası teraziler, günümüzde neden hep arızalı, hiç anlamadım.

“Mehmet” diye seslenince titriyor yine içim. Bakınca bana güzel gözlerin, kesiliyor bağı dizlerin. Ürpertiyor ve heyecan veriyor bana her dokunuşun. Benim için hiç değişmedin.

Sen, hayal değil gerçeksin. Herşeyinle güzelsin ve benimlesin. Hayatımın kadını Esen.