Gazetcinin haber toplama özgürlüğü olduğu kadar, muhatapların da fotoğraf çekilmesini istememe hakkı bulunduğu hatırlanmalıdır.
Hafta sonları habercilerin en zor günleri olduğunu söylemliyiz. Gerek özel açıdan gerek ise mesleki açıdan. Özel açıdan, birçok insan haftanın yorgunluğunu atmak, ailesiyle birlikte keyifli vakit geçirmek ve ufak tefek ev işlerini yapmak için uğraşırken, gazeteciler mesleklerini icra ediyorlar. Gazetecilik mesleğinde hafta sonu tatilinin olmadığını babamdan öğrendim. Her Cumartesi iş olsa da olmasa da Türk Ajansı Kıbrıs’ın (TAK) yolunu tutardı. Eğer önemli ve takip edilmesi gereken bir gündem var ise, Pazar günleri de ajansa gittiğini hatırlarım. Bu bahsettiklerim gazetecilerin hafta sonu yaşadıkları kendi özelleriyle ilgili zorluklar.
Haberleri siyasi kaynaklar oluşturuyor
İşin bir de mesleki zorlukları var ki, onlar ile baş etmek özelden daha kolay değil. Hafta sonları gündem yaratabilecek olaylar, demeçler, temaslar, basın toplantıları, eylemler ve organizasyonlar daha az oluyor. Tabiri caiz ise, hafta sonu toplumun her kesimi biraz dinleniyor ve hafta başına hazırlık yapıyor. Durum böyle olunca da; gazeteciler az haber ile gazete hazırlamak gibi zorlu bir sürece giriyorlar. Hafta sonları gazetecilerin mesleki açıdan yaşadıkları en büyük sorun; haber azlığı olduğunu dile getirmeliyiz. Tabii Kıbrıs gibi bir medyada; haberlerin çoğunluğunu siyasi kaynakların verdiği demeçlerin oluşturduğunu göz önünde tutarsak, bu sıkıntının her hafta sonu yaşanması da doğal görünüyor. Oysa ortada yapılabilecek, araştırılabilecek ve incelenebilecek onlarca konu varken, bu tür bir protokol haberciliğine bel bağlamak pek de doğru görünmüyor.
Rum basın özetleri kullanılıyor
Kıbrıs Türk basınına özgü hafta sonu yaşanan bir başka olgu ise; hafta sonları yaşanan haber eksikliğinin TAK’tan gelen "Rum Basın Özetleri" ile dolduruluyor olmasıdır. Fizik kuralı tam yerinde işliyor. Doğada boşluklar hemen dolduruluyor. Siyasilerin boşalttığı haber gündemini eğer var ise araştırma haberleri, yok ise Rum Basın Özetleri dolduruyor. Kıbrıs Rum basınında yayınlanan gazetelerde yer alan haberlerin özetleri gazete sayfalarında bolca yer alıyor. Özellikle dolduruyor kelimesini kullanıyorum, zira bu haberlerin birçoğunun haber değeri dahi olmamasına karşın ihtiyaçtan dolayı kullanıldığını gazeteciler ile yaptığım yüz yüze röportajlarda ortaya konmuştu.
Muhabir tutuklanmak istendi
Yukarıda habercilerin hafta sonu yaşadıkları mesleki zorluğa değinirken, yine geçtiğimiz hafta sonu meslek ile ilgili yaşanan bir başka durumu da ortaya koymalıyız. Haberal Kıbrıslı gazetesi muhabirlerinden Rana Sarro, kamusal bir alanda çekmiş olduğu bir fotoğraf sonrası yaşadıkları toplumun birçok kesimini hareketlendirdi. Konuyu bilmeyenler için hatırlatacak olursak; Lefkoşa’da bir restoranda Türkiye Cumhuriyeti (TC) Lefkoşa Büyükelçisi, KKTC Maliye Bakanı, TC milletvekilleri ve bazı bürokratların birlikte yemek yediği sırada çekilen bir fotoğraf geçtiğimiz hafta sonunun gündemini oluşturdu. Basına yansıdığı kadarıyla, fotoğrafı çeken muhabire korumalar tarafından: “Ya fotoğrafları sil, ya tutuklarız” şeklinde bir söylem olduğu ifade edildi. Bununla birlikte söz konusu muhabir polis tarafından tutuklanmak istendi.
Fotoğraf çekmek suç mu?
Konuyu kısaca bu şekilde özetledikten sonra söz konusu hadise, hafta sonu fazla haber olmamasının da etkisiyle gündemde yer aldı. Bu konu ayrıca beraberinde birçok tartışmayı da getirdi. Konuyu basın özgürlüğü kapsamında değerlendiren Basın-Sen yetkilileri bir basın bildirisi yayınlayarak ilgili kişileri basın özgürlüğünü garanti almak için göreve çağırdı. Bir başka sivil toplum örgütü olan Kıbrıs Türk Gazeteciler Birliği (KTGB) de konuya duyarsız kalmadı ve görevini yapmaya çalışan bir gazetecinin “suçlu” muamelesi gördüğünü ve tutuklanmak istendiğini kaydetti. Olayda gazeteciye yönelik davranışı kınayan KTGB Başkanı Hüseyin Güven: “Kamuya açık ve herkesin girebileceği bir mekânda fotoğraf çekmek ne zamandan beri suç oldu anlayabilmiş değiliz” dedi.
Etik ile hukuk bambaşka unsurlar
Konuyu değerlendirmeye haber fotoğraflarındaki etik sorunlar üzerinden başlamalıyız. Fotoğraf bir tarihe tanıklık etmemizi sağlamakla birlikte, tarihi bir de belge niteliği taşıyor. Böyle olunca da birçok insan fotoğraf çekiyor, albümler oluşturuyor. Söz konusu haber fotoğrafı olunca işin içerisine bazı etik değerler giriyor. Elbette bu etik değerler hukuktaki yasalar gibi uygulanmıyor. Etik değerlerin yaptırımları düşük olabilir ancak gazetecilerin bu mesleğe adım atarken kabul ettikleri prensipleridir. Serbest gazeteci-haber fotoğrafçısı Özcan Yurdalan “Haber Fotoğrafı” isimli makalesinde bir fotoğrafı şu sorularla değerlendiriyor: “Gerçek mi? Doğru mu? Özgün mü? Anlatıcı mı? Fotoğrafçı olayın içinde mi?” Muhabirin çektiği fotoğrafları bu sorular ışığında değerlendirdiğimizde bir soru hariç tüm sorulara “evet” yanıtını verebiliriz. Bir başka anlatımla; fotoğraf gerçek (montaj değil), doğru, özgün ve fotoğrafçı olayın içinde. Burada en dikkat edilmesi gereken soru “Anlatıcı mı?” sorusudur. Yurdalan’ın da ifade ettiği gibi “…görüntü kendi başına bir haber kurgusuna sahip olmalıdır (sf. 179).”
Açık kamu yararı gözetilmeli
Üst düzey yetkililerin konu olduğu fotoğraf kendi başına bizlere bir şey anlatmıyor. Bu noktada muhabirin haberine ihtiyaç duyuluyor. Yani, muhabirin çektiği fotoğrafı açıklanmadığı sürece, yanlış anlamalara müsait bir zemin oluşturuyor. Söz konusu olayın diğer bir boyutu ise; muhabirin kamusal alanda haber toplarken izlediği yöntemle ilgilidir. Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde bilgi-belge toplama başlığı altında açıkça belirtildiği gibi: “Doğrudan kamu yararı olmadıkça, sahibinin izni dışında belge, fotoğraf, ses yahut görüntü alınamaz… Açık kamu yararı olmadıkça, gazeteci bilgi, ses ve görüntü için, muhatabı istemediği halde zorlayıcı olamaz ve özel hayatla ilgili mekânlarda izinsiz bulunamaz.”
Doğrudan kamu yararından ne anlıyoruz?
Olay kamusal bir mekânda geçtiği için gazetecinin mekânda bulunmak için izin almasına gerek yok. Ancak gazetecinin muhatapları fotoğrafının çekilmesini istemiyor. Bu noktada “doğrudan kamu yararı” tartışmasına bakmalıyız. Doğrudan kamu yararından ne anlıyoruz? Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde kamu yararını tanımlayan bir madde bulunmuyor. Ancak özel hayatın gizliliğinin geçersiz sayılabileceği durumlar şöyle sıralanıyor: (i) Büyük bir suç yahut yolsuzluk üstüne araştırma ve yayın, (ii) toplumu kötü etkileyici bir tutumla ilgili araştırma ve yayın, (iii) toplumun güvenliğinin veya sağlığının korunması, (iv) ilgili kişinin sözleri yahut eylemleri sonucu halkın yanılmasının, yanıltılmasının veya yanlış yapmasının engellenmesi. Tüm bunları kamu yararı açısından ele alırsak, muhabirin daha haberi yapmadan baskıyla karşılaşması olayın şeklini değiştirmiştir. Oysa söz konusu bildiri gazetecilere kamusal alanda fotoğraf çekme ve haber yapma olanağı sağlıyor. Gazeteci yukarıdaki dört madde ile kendini rahatlılıkla savunabiliyor. Zira bu maddeler genel prensipler içeriyor. Muhabire yapılan baskının ön plana çıkmasından dolayı, söz konusu olayda doğrudan nasıl bir kamuoyu yararı olduğunu da anlayamadık.
Fotoğrafı çekmeden izin alması gerekiyor
Fotoğraf olayının son tartışma konusu ise; muhabirin fotoğrafı çektikten yaşadığı baskı. Fotoğrafın silinmesini talep eden korumalar, bunun basın özgürlüğü ihlali sayılabileceğini düşünmemişler. Tabii ki muhabirin nezaketen fotoğrafı çekmeden izin alması ve zorlayıcı olmaması gerekirdi. Gazetcinin haber yapma özgürlüğü olduğu kadar, muhatapların da fotoğraf çekilmesini istememe hakkı bulunduğu hatırlanmalıdır. Gerçi izin almış olsaydı muhtemelen ret yanıtı alacak ve bugün bu konuyu konuşmuyor olacaktık. TC Lefkoşa Büyükelçiliği'nden konuyla ilgili yapılan açıklama; muhabirin fotoğrafı çekmeden önce izin alması yönündeydi. Bu açıklama doğru olmakla birlikte, yanlış olan muhabire karşı gösterilen davranıştı.
Doğru bilgiler ile haber yapılabilirdi
Burada şöyle bir yöntem izlenmiş olsaydı, olayın muhatapları ve gazeteci açısından daha verimli olacak ve bu kadar da negatif bir gündem yarmayacaktı. Toplantıyı yapanlar tarafında fotoğrafı çeken muhabir görüşmenin olduğu masaya davet edilir ve bu görüşmenin gizli bir görüşme olmadığı, kendisine açıklanabilirdi. Zaten kamusal bir alanda niye gizli bir görüşme olsun ki. Ayrıca muhabire yapılan görüşme hakkında kısa bilgi verilir ve muhabirin doğru bilgiler ile haber yapması sağlanabilirdi. Oysa tam tersi yaşandı. Hem muhabir haber toplarken baskı gördü hem de konu hiç istenmediği kadar negatif bir gündem yarattı. Korumaların söz konusu davranışı gazetecinin kafasında toplantının hiç olmadığı kadar büyük ve ciddi olduğu algısını oluşturdu. Ortada tam bir iletişim bozukluğunun olduğunu söylemeliyiz. Taraflar birbirini anlamamakta ısrar ediyor.
Kaynaklar:
1. Özcan Yurdalan, Haber Fotoğrafı, Gazetecilik ve Habercilik, içinden Der. S. Alankuş, IPS İletişim Vakfı Yayınları, İstanbul, 2003.
2. Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi. http://www.tgc.org.tr/bildirge.html