Güçlüler yalana başvurursa, zenginler çalmaya başlarsa, ayaklar baş olursa, inançlara saygı göstermek bir yana açıkça saldırılmaya başlanırsa, haksızlıklara göz yumulursa, namussuzluk kabul görürse, dost bildiklerimiz ihanet ederse, yalancılar ve yalanlar geçer akçe olursa, masum kanlar nedensiz akarsa, her şey ama her şey bir anda alt üst olursa. Tüm bunları izleyen aklı başında bir İnsan bir anda acı gerçeklerin karşısında ancak ve ancak şaşkın, kırgın ve kızgın bakışlar sallayıp "Ahlaksız Dünya" diye mırıldanıp, sırtını dönüp işine devam etmekten başka elinden ne gelir.
Ahlaksızlık diz boyu, ilkesizlik geçer akçesi olmuş dünyamızın. Bu söylediklerim sokaktaki herhangi bir insan için olsaydı ehveni şer kabul eder, eh bu kadarı da olacak cinsinden bir kabullenme durumu hasıl olurdu. Ancak gerçeğin acıtan bu çirkin yüzü ile her alanda yüzleşmeye başladığımızda işin şekli elbet değişir.
Bu iş devletler düzeyinde, başkanlar, başbakanlar, bakan ve siyasiler düzeyinde olursa, konunun şekli elbet değişir. Vahşi batının meşhur kovboylarından kanlı tarihini bildiğimiz Amerika birleşik devletleri, yine kendi yapımcıları tarafından hazırlanan kunta kinte ve kökler dizisinin Amerikalı beyaz adamın acımasızlığını ve ırkçılığı ile tanıştırıldık. Kunta kinteden Barack Hussein Obama'ya geldik, Benito Mussolini'den Silvio Berlusconi'ye, Napoleon Bonaparte'dan Nicolas Sarkozy'ye, Winston Churchill'den Tony Blair'e geldik ama ne ırkçılık nede emperyal hayaller değişmedi sadece akışı ve uygulama şekli değişti.
Afganistan'da ölüler üstünde işeyen, Vietnam ve Irak'ta esirlere karşı işkenceler konusunda adeta sanat icra eden, Saddam'ın nükleer ve kimyasal silahlarını bahane ederek bir ülkenin alt yapısını tamamıyla yok ederek milyonlarca Irak'lıyı evinden eden, Avrupa'nın göbeğinde Bosana'da binlerce insanın yok edilişini izleyen ve onların katillerini yıllarca adeta insanlıkla alay edercesine adaletin önüne çıkarmak istemeyen, Kaddafi'yi önce sarıp sarmalayan daha sonra çirkin bir şekilde öldürüşünü izleyen hatta kışkırtan, bir taraftan dünya barışı deyip BM Güvenlik Konseyinde ahkam kesen daha sonra silah pazarlamak ve satmak için elinden geleni yapan zihniyetin karşısında adeta delirir insan.   
Dünyamızın hali böyle iken Kıbrıs'ımızın hali daha mı farklı. Durum ortada, İşin ilginç yanı ülkeyi bu hale getirmek zor olandı, ama işte bizim siyasiler zor olanı becermenin gururunu haklı olarak yaşayabilirler artık.
Ülke olarak bu şekilde devam etmek mümkün değil, güneyimizde ayan beyan bir örnek var, yapılması gerekenler bilindiği halde bizi yönetmek sevdasında olan siyasiler bu şekilde davranmayı ısrar etmelerini anlamakta zorluk çekiyorum. Bir sarhoş hali aldı gidiyor, ama nereye işte O belli değil,  her geçen bir günün ardından, dünü özler olduk.
Karamsarlığı sevmiyorum, hatta yapıma ters düşüyor ve kabullenmediğim bir ruh hali. Ahlaksız dünya deyip geçiştirmek bana zor geliyor açıkçası. Ruh halimi anlamak bana bile zor geliyor, Ama Murathan Mungan yüksek topuklar yazısının bir yerinde durumuma tercüman oldu sizlerle paylaşmak istiyorum.
"Yorgunluk benim genel halim. Bana, 'Nasılsın?' diye soranlara, en sık verdiğim yanıtın 'Yorgunum,' demek olduğunu keşfettiğim günden beri, daha bilinçli olarak 'Yorgunum'. Şu memlekette yaşayıp da yorgun olmamak mümkün mü? Beden  yorgunluğu dediğinden ne olacak, iki-üç dinlenmeyle geçer, ama ben aslında vatan yorgunuyum! Ruh yorgunuyum, gönül yorgunuyum, hayat yorgunuyum; öğrenmek, bilmek, anlamak, anlamamış gibi yapmak, düşünmek, hissetmek, tanımak, tanık olmak, katlanmak, anlayış göstermek, görmezden gelmek, üzerinde durmamak, idare etmek, üzülmemiş görünmek, alışmak, alışamamak, sabretmek, katlanmak, beklemek yorgunuyum. Tam da artık bu memlekette hiçbir şey şaşırtamaz beni sanırken, her seferinde yeniden şaşırmak yorgunuyum."