Dün bir arkadaşımın attığı mesajdan yola çıkarak yazımı çocukluk ve ilk gençlik yıllarımızda acı verse de severek oynadığımız bir oyun olan “UZUN EŞŞEK” oyununu ele alarak yazacağım.
Bildiğiniz gibi “Uzun Eşşek”(halk arasında bu şekilde ifade edilir) , iki takımın oynadığı hakemli bir oyundur. Öncelikle bir hakem seçilir. Hakem genellikle grup içindeki en kilolu kişi ya da o an oyunu oynamaya fiziksel bir engeli olan kişi olarak belirlenir. Hakeme “Yastık” da denilir. Uzun eşşek hakem olmadan oynanamamaktadır.
Oyuncular eşit sayıda iki gruba ayrılırlar. Bir grubun en az 3 kişi olması gereklidir. İlk “yatacak” takım kura ile belirlenir. Yastık sırtını bir duvar ya da ağaç gibi sağlam bir yüzeye yaslar. Yatacak takımın ilk oyuncusu kafasını yastığın bacakları arasına sokarak omuzlarını yastığın bacaklarına dayar, takımın diğer üyeleri de kafalarını sırayla öndeki arkadaşlarının bacakları arasına koyarak, öndeki arkadaşların bacaklarına sarılırlar. İkinci takım mensupları koşarak sırayla diğer takımın sırtına atlar ve bir eşeğe biner gibi otururlar. Ayrıca uzun eşşeğin önemli kurallarından biri de hep atlayan birinin olabileceğidir!
Atladıktan sonra yukarıdakilerin ileri doğru hareket etmeleri yasaktır. Birinci amaç yatan takımı atlamanın şiddetiyle devirmektir. Devrilen takım tekrar yatmaktadır. Atlayanlar yere değerse kaybetmiş olurlar .
Eğer yatan takım devrilmemişse ve atlayan takım oyuncularından hiç biri yere değmemişse atlayan takım elini yumruk yaparak ya da parmaklarını düz bir şekilde birbirine yapışık tutarak “TOPUZ MU KILIÇ MI?” diye bağırır ve eğer atlayanların gösterdiği el hareketini bilirse, atlayan takım yatar. Yoksa yatanlar tekrar yatar. Oyun Bu şekilde oynanır ve devam eder…
İşte bu oyundan yola çıkarsak ve bugünlerde yaşadığımız olaylarla benzeştirme yaparsak birileri sürekli sırtımıza atlayarak başımızdan TOPUZ, ensemizden KILIÇ’ı eksik etmiyorlar sağ olsunlar !
Kıbrıslı Türkler çaresizliği kader bellemiş bir toplum haline getirilerek “Kırk satır mı? Kırk katır mı?” noktasında kendi içinde yaşadığı çıkmazdan ve vesayetten kurtulma irade ve gücünün yine kendisinde olduğunun farkına varıp silkinmeli artık.
Bu süreçte geçmiş bir çok yazımda da ifade ettiğim gibi komplekslerden arınmış bir şekilde ortak hedef yandaşlarınızı ötekileştirmeden, birbirimizi anlayarak ve anlatarak, işaret parmağınla karşındakini gösterirken diğer parmaklarının da seni işaret ettiğinin bilinciyle özeleştiriyi yapmaktan kaçmadan, kaçınmadan; kişisel, zümresel çıkarlardan öte toplumsal varoluş ve birliktelik ön planda tutularak bir araya gelinmeli ve ihtirastan arınmış ortak akılla hareket edilmelidir. Affetmeyi de bilmeliyiz belki de..
Can Baba’nın da dediği gibi “Uğruna fedakarlık yapmadığın sevgiyi yüreğinde taşıyıp da kendine yük etme” . Eğer bu ülke sevgisi içinizde sadece sözde kalacak olan bir sevgi ise zaten onun uğruna da lafazanlık etmeye gerek yok. Fedakarlık, bazen doğru olanı yapmak için en çok istediklerimizden bile vazgeçmemizi gerektirir... Bu maddi de olabilir manevi de. SÖZÜM DE TÜM ÖZDE KIBRIS SEVDALILARINADIR .
Ha eğer hala daha “kesikten kesmeden, bütüne dokunmadan, yiyip de utanmadan” yaşamayı düşünüyorsanız daha sırtımızda çooook UZUN EŞŞEK oynarlar bilesiniz…