Sorular sormak! Evet sormak sorgulamak, bunlar erdemli insan işidir. Bildiğini idea edenler zaten sormaz, o kadar uzaktır ki zihni bilmekten kendini bile bilememenin getirdiği, bir acayip haldir ben bilirimcilik bir değişik ruh hali az biraz komplekstir aslında.
* * *
Soru sormak geliştirir, geliştikçe doğru sorular doğru yerlerde sormaya başlar. Ve pek tabi doğru yerde doğru cevap sizi çözüme götürür. Bu yüzden bir erdemdir soru sormak, bir zihin işi, akıl estetiğidir.
* * *
Ben de kendimce sorular sorarım, olan biteni anlayabilmek için bazen, bazen de ne olup biteceğini anlamak için ve bu gün yine bir soru soruyorum kendime, mevcut şartlara bu ülke nasıl geldi? Ve ya daha iyi gidilebilecekken neden olmaz?
* * *
Kendimce bir kaç çıkarıma vardım, bunları size aktarabilmek için ise bir kaç küçük örnekle anlatım yapmak istedim. Bir zamanlar uzak doğu kültürü içinde yaşayan bir Zen ustası varmış, bu ustanın da pek tabi bir sürü inananı ve ya öğrencisi vardı. Bu usta bildiğimiz doğadan öteye varabilmek için çeşit türlü meditasyon yöntemleri dener, onların doğru yolu olduğuna inandığı şeyleri yine kendine koşulsuz inanan öğrencilerine aktarırmış.
* * *
Gel zaman git zaman, bu usta o kadar çok çalışma yapıp sonuç aramış ki günün sonunda hepsinin doğru metot sayıp, öğrencilerinin kişiliklerine göre doğru olduğunu düşündüğü metodu öğretirmiş. Ancak bir gün sabah, iki ayak yürümenin insanın yapısı için yanlış ve doğanın kuralları için anlamsız olduğuna karar verip, ellerini de ayak olarak kullanarak dört ayaklı hayvanlar gibi yürümeye karar vermiş.
* * *
Pek tabi onu sorgulamayı red eden müritleri, onu doğru ve ya haklı bularak ona katılmışlar. Pek tabi bu durumu, sanki öncekiler mantıklıymış gibi saçma bulup onu terkedenler de oldu. Ama yine de yanında kalan önemli sayıdaki insanın onayını ve koşulsuz inancının desteğini alan Üstad hep o şekilde yürümeye devam etmiş.
* * *
Ta ki kendide böyle bişeyin ahmaklık olduğunu kavrayıp ayağa kalkana kadar. Yine ona inan müritleri ustadın yaptığına sual olmaz deyip devam ettiler inanmaya. Ne kadar anlamsız ve çocukça bir tavır değil mi?
* * *
İşte bu hikayede ortaya çıkan ana tema var ya, işte tam da bu yüzden olmaz. Bu yüzden bir adım ileri yol alamıyoruz, kime neye inanacağınız çok önemli belki ama, Akıl varken ve o gelişip öğrenmeye açken onu kullanmayı öğrenmek ve belkide bir tek aklın yoluna inanmak olmayanı olur kılabilir.
* * *
İnanmak ve iman ayni şey değildir lütfen burada kullandığım inanmak kelamını, iman etmek olarak tercüme etmeyiniz. İman saf ve temizdir, kepazelik kaldırmaz ancak inanmak akıldan uzaksa ki bizim ülkemizde öyle, dışarıdan gelen menfaatedir ve o da işte böyle saçma sonuçlar doğurur. Akılını kullan, inancını ona göre yoğur ve imanını kimseye verme… işte olur ise böyle olur.
Behiç Anibal…