Ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi’nin çiçeği burnundaki yeni üyesi, Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’ün geçen günlerde özel bir haber kanalında katılmış olduğu bir programda sunucunun kendisine yöneltmiş olduğu çok kritik bir soru dikkatlerden kaçmadı. “Gezi olaylarına katıldınız mı?” sorusuna Sarıgül siyasi tecrübesiyle yanıt verdi. Sarıgül Gezi hareketine katılanlara ‘lojistik’ mahiyette destek verdiğini açıklarken bu inisiyatifinden hiçbir siyasi rant beklemediğini önemle vurguladı.
Yerel seçimlere birkaç ay kala Sarıgül’e yöneltilen kritik soru bu ülkenin geleceği için büyük önem arz ediyor. 1 Haziran 2013 tarihinden sonra Türkiye siyaset sahnesi yeni bir gerçekle yüz yüze kalmış durumda. Türkiye’de yeni bir siyasi dinamik varlığını hissettiriyor. Bu dinamiğin ismi ‘Gezi’. İktidarından ana muhalefetine hemen hemen tüm siyasi aktörler bu dinamiğin varlığının ve öneminin farkında. Siyasi analistlere göre bu dinamik Türkiye’de ani bir siyasi deprem –kırılma- ihtimalini gündeme taşımasa da, gelecekte, siyaset düzleminde bazı ‘farklılaşmaların’ ve ‘değişimlerin’ önünü açabilir. Yerel seçimlere birkaç ay kala, siyasi partilerin strateji uzmanları seçim politikalarını bu teoremi göz önünde bulundurarak şekillendiriyorlar. İktidar cephesinden gelen son mesajlar şu noktayı öne çıkarıyor: “Gezi olayları iktidarın oylarında aşağıya doğru ufak bir oynama yapabilir. Ancak AK Parti bazı manevralarla bu oynamanın önüne geçebilir.” Son Kızılcahamam Toplantısı’nda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ’ın partisinin üyelerine göndermiş olduğu mesaj bu açıdan büyük öneme sahip: “Dikkatli adımlar atmaz ve rehavete kapılırsak siyaset sahnesindeki etkinliğimizi kaybedebiliriz.” Öte yandan, Cumhuriyet Halk Partisi cenahında yapılan değerlendirmelerde de ‘Gezi’ faktörünü gözlemlemek mümkün. Ana muhalefet cephesinden kamuoyuna yansıyan sinyaller ‘Gezi faktörü’nün CHP’de umut yaratmış olduğu yönde. “ AKP ’nin etkinliğini tam olarak sarsamasak da yerel seçimlerde % 30’ları geçip Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’ın önünü kesebiliriz. Dahası, bir ‘mucize’ gerçekleşip İstanbul Belediye Başkanlığı’nı elde edebilirsek ‘Gezi faktörü’ siyasi bir depremin başlangıcını teşkil edebilir.” Sarıgül’e yöneltilen o kritik soruyu bu teorem üzerinden okumak da mümkün.
İktidar partisinin önemli ideologlarından ve strateji uzmanlarından birisi olan Yalçın Akdoğan’ın “Gezi olayları Kürt hareketinin kimyasını bozdu ve müzakerelerdeki pozisyonunu etkiledi” teoremi, Barış ve Demokrasi Partisi–Gezi ilişkisi açısından aydınlatıcı bir özelliğe sahip. Akdoğan oldukça haklı. Gezi faktörü, BDP ve Kürt hareketi cephesinde birçok soruyu ve strateji değişikliğini gündeme getirdi. Kürt hareketinin Gezi olaylarının gölgesinde ‘Halkların Demokratik Partisi’ projesini hayata geçirmiş olması oldukça manidar. 1 Haziran 2013 tarihinden birkaç hafta sonra, Türkiye’deki ve bölgedeki sosyopolitik değişimleri doğru okuyabilen ender hareketlerden birisi olan Kürt hareketinin siyasi ve silahlı kolu Mahir Çayan’ın ve Türkiye İşçi Partisi’nin siyasi geleneğini hatırlama gereği duydu. Demokratik Özerklik ve KCK yapılanmasının kıstaslarına bağlı kalan hareket, bu günlerde Gezi faktörü üzerinden oylarını Türkiye’nin genelinde arttırma arayışları içerisine girmiş durumda.
AKP, CHP, BDP. Üç partinin yeni dönemde ortak bir paydası var: Gezi faktörü. Bu yadsınamaz gerçek bizleri ve Türkiye kamuoyunu çok önemli bir sorular yumağıyla karşı karşıya getiriyor: İktidarıyla ve muhalefetiyle, Türkiye Gezi faktörünü doğru ve serinkanlı bir şekilde, siyasi hesaplaşmalardan ırak bir şekilde değerlendirmeye tutabildi mi? Gezi olayı aslında ne idi? İktidarın ve bazı muhalefet çevrelerinin öne sürdüğü üzere mevcut iktidara karşı bir isyan dalgası mıydı? Kanımca bu teoremin birçok sorunlu boyutu söz konusu. 1 Haziran’da sokaklara inen bu ülkenin insanı ve genci sadece AK Parti iktidarına kafa tutmadı. Ülkenin batı kesimindeki büyük kent merkezlerinde orta sınıf eksenli hareketin gündeminde sadece iktidarın yanlış uygulamaları bulunmuyor. Sosyal ve siyasi itaatsizlik mesajları sadece bu eksen doğrultusunda ele alınamaz. Meydanlardaki gençliğin özgürlük tasavvuru ve bu duruş karşısında iktidar blokunun göstermiş olduğu “Yedirtmeyiz” refleksinin arka planında bu ülkenin makûs talihi bulunmakta: 90 yıllık macerasında, hepimizin ortak siyasi çatısı olan cumhuriyet, demokrasi, insan hakları, eşit yurttaşlık, laiklik ve sosyal devlet kaideleri ile bir türlü buluşamadı. 2013 yılında Gezi Parkı’nda sesini yükseltmeye çalışan genç, bu cumhuriyet ‘gömleğinin’ kendisine birkaç beden dar geldiğini ifade etmek için çırpınıp durdu ve gaz fişeklerinin hedefi oldu. Aynı şekilde, kendi siyasi, toplumsal, ekonomik ve sınıfsal geleceğini ‘Tek Adam’ın eline teslim etmeyi yeğleyen iktidar partisi destekçisi de farklı bir şekilde bu sıkıntının kurbanı oldu. ‘Otarşik cumhuriyet’ ona da birkaç beden dar gelmekteydi...
AKP’si, CHP’si, BDP’si ile Türkiye siyaset spektrumunun geniş bir kesimi yukarıda kısaca değindiğimiz gerçeği görmezden gelmeyi yeğlemiş durumda. Bu partilerin hedefinde mikropolitik hesaplamaların olduğu su götürmez bir gerçek. Bu partiler kendi küçük hesapları peşinden koşmaya devam ededursun, Türkiye toplumu çok önemli bir gerçekle karşı karşıya kalmış durumda: Bu toplum ve bu cumhuriyet 21. yüzyıla hazır değil. Sıkıntılar ve bir nevi ‘doğum sancıları’ bu yüzden gündemde...
AKP, CHP ve BDP derken Milliyetçi Hareket Partisi’ni unutmuş olduğumuz sanılmasın. MHP yönetimi ‘Ziya Gökalp’ dönemine geri dönüş arayışlarının telaşında. Güncelleştirilmiş Türkçülük ideolojisi ve siyasi–sosyal teorik kalıplar üzerinden, MHP Türkiye toplumunun bir kesimine –Sünni Türk- hitap etmek için yoğun çaba sarf ediyor. Bize ulaşan son bilgiler, MHP’nin bu uğraşında mesafe kat etmiş olduğu yönde. AKP, CHP ve BDP ‘Gezi faktörü’ üzerinde kafa yoradursun, MHP ‘Gezi Parkı’ ve dolayısıyla yukarıda değinmiş olduğumuz gerçekliği bir anlamda pas geçip yerel seçimlerde oylarını arttırmanın uğraşında...
* Tarihçi–Türkolog–Yazar-Gazeteci. Dr. Nikolaos Stelya’nın ‘Türkiye’nin Milliyetçilikle İmtihanı’ ve ‘İstenmeyen Bebek Kıbrıs Cumhuriyeti’ isimli kitapları Kalkedon Yayınları’ndan 2013 yılında okuyucularıyla buluştu.
Yerel seçimlere birkaç ay kala Sarıgül’e yöneltilen kritik soru bu ülkenin geleceği için büyük önem arz ediyor. 1 Haziran 2013 tarihinden sonra Türkiye siyaset sahnesi yeni bir gerçekle yüz yüze kalmış durumda. Türkiye’de yeni bir siyasi dinamik varlığını hissettiriyor. Bu dinamiğin ismi ‘Gezi’. İktidarından ana muhalefetine hemen hemen tüm siyasi aktörler bu dinamiğin varlığının ve öneminin farkında. Siyasi analistlere göre bu dinamik Türkiye’de ani bir siyasi deprem –kırılma- ihtimalini gündeme taşımasa da, gelecekte, siyaset düzleminde bazı ‘farklılaşmaların’ ve ‘değişimlerin’ önünü açabilir. Yerel seçimlere birkaç ay kala, siyasi partilerin strateji uzmanları seçim politikalarını bu teoremi göz önünde bulundurarak şekillendiriyorlar. İktidar cephesinden gelen son mesajlar şu noktayı öne çıkarıyor: “Gezi olayları iktidarın oylarında aşağıya doğru ufak bir oynama yapabilir. Ancak AK Parti bazı manevralarla bu oynamanın önüne geçebilir.” Son Kızılcahamam Toplantısı’nda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ’ın partisinin üyelerine göndermiş olduğu mesaj bu açıdan büyük öneme sahip: “Dikkatli adımlar atmaz ve rehavete kapılırsak siyaset sahnesindeki etkinliğimizi kaybedebiliriz.” Öte yandan, Cumhuriyet Halk Partisi cenahında yapılan değerlendirmelerde de ‘Gezi’ faktörünü gözlemlemek mümkün. Ana muhalefet cephesinden kamuoyuna yansıyan sinyaller ‘Gezi faktörü’nün CHP’de umut yaratmış olduğu yönde. “ AKP ’nin etkinliğini tam olarak sarsamasak da yerel seçimlerde % 30’ları geçip Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’ın önünü kesebiliriz. Dahası, bir ‘mucize’ gerçekleşip İstanbul Belediye Başkanlığı’nı elde edebilirsek ‘Gezi faktörü’ siyasi bir depremin başlangıcını teşkil edebilir.” Sarıgül’e yöneltilen o kritik soruyu bu teorem üzerinden okumak da mümkün.
İktidar partisinin önemli ideologlarından ve strateji uzmanlarından birisi olan Yalçın Akdoğan’ın “Gezi olayları Kürt hareketinin kimyasını bozdu ve müzakerelerdeki pozisyonunu etkiledi” teoremi, Barış ve Demokrasi Partisi–Gezi ilişkisi açısından aydınlatıcı bir özelliğe sahip. Akdoğan oldukça haklı. Gezi faktörü, BDP ve Kürt hareketi cephesinde birçok soruyu ve strateji değişikliğini gündeme getirdi. Kürt hareketinin Gezi olaylarının gölgesinde ‘Halkların Demokratik Partisi’ projesini hayata geçirmiş olması oldukça manidar. 1 Haziran 2013 tarihinden birkaç hafta sonra, Türkiye’deki ve bölgedeki sosyopolitik değişimleri doğru okuyabilen ender hareketlerden birisi olan Kürt hareketinin siyasi ve silahlı kolu Mahir Çayan’ın ve Türkiye İşçi Partisi’nin siyasi geleneğini hatırlama gereği duydu. Demokratik Özerklik ve KCK yapılanmasının kıstaslarına bağlı kalan hareket, bu günlerde Gezi faktörü üzerinden oylarını Türkiye’nin genelinde arttırma arayışları içerisine girmiş durumda.
AKP, CHP, BDP. Üç partinin yeni dönemde ortak bir paydası var: Gezi faktörü. Bu yadsınamaz gerçek bizleri ve Türkiye kamuoyunu çok önemli bir sorular yumağıyla karşı karşıya getiriyor: İktidarıyla ve muhalefetiyle, Türkiye Gezi faktörünü doğru ve serinkanlı bir şekilde, siyasi hesaplaşmalardan ırak bir şekilde değerlendirmeye tutabildi mi? Gezi olayı aslında ne idi? İktidarın ve bazı muhalefet çevrelerinin öne sürdüğü üzere mevcut iktidara karşı bir isyan dalgası mıydı? Kanımca bu teoremin birçok sorunlu boyutu söz konusu. 1 Haziran’da sokaklara inen bu ülkenin insanı ve genci sadece AK Parti iktidarına kafa tutmadı. Ülkenin batı kesimindeki büyük kent merkezlerinde orta sınıf eksenli hareketin gündeminde sadece iktidarın yanlış uygulamaları bulunmuyor. Sosyal ve siyasi itaatsizlik mesajları sadece bu eksen doğrultusunda ele alınamaz. Meydanlardaki gençliğin özgürlük tasavvuru ve bu duruş karşısında iktidar blokunun göstermiş olduğu “Yedirtmeyiz” refleksinin arka planında bu ülkenin makûs talihi bulunmakta: 90 yıllık macerasında, hepimizin ortak siyasi çatısı olan cumhuriyet, demokrasi, insan hakları, eşit yurttaşlık, laiklik ve sosyal devlet kaideleri ile bir türlü buluşamadı. 2013 yılında Gezi Parkı’nda sesini yükseltmeye çalışan genç, bu cumhuriyet ‘gömleğinin’ kendisine birkaç beden dar geldiğini ifade etmek için çırpınıp durdu ve gaz fişeklerinin hedefi oldu. Aynı şekilde, kendi siyasi, toplumsal, ekonomik ve sınıfsal geleceğini ‘Tek Adam’ın eline teslim etmeyi yeğleyen iktidar partisi destekçisi de farklı bir şekilde bu sıkıntının kurbanı oldu. ‘Otarşik cumhuriyet’ ona da birkaç beden dar gelmekteydi...
AKP’si, CHP’si, BDP’si ile Türkiye siyaset spektrumunun geniş bir kesimi yukarıda kısaca değindiğimiz gerçeği görmezden gelmeyi yeğlemiş durumda. Bu partilerin hedefinde mikropolitik hesaplamaların olduğu su götürmez bir gerçek. Bu partiler kendi küçük hesapları peşinden koşmaya devam ededursun, Türkiye toplumu çok önemli bir gerçekle karşı karşıya kalmış durumda: Bu toplum ve bu cumhuriyet 21. yüzyıla hazır değil. Sıkıntılar ve bir nevi ‘doğum sancıları’ bu yüzden gündemde...
AKP, CHP ve BDP derken Milliyetçi Hareket Partisi’ni unutmuş olduğumuz sanılmasın. MHP yönetimi ‘Ziya Gökalp’ dönemine geri dönüş arayışlarının telaşında. Güncelleştirilmiş Türkçülük ideolojisi ve siyasi–sosyal teorik kalıplar üzerinden, MHP Türkiye toplumunun bir kesimine –Sünni Türk- hitap etmek için yoğun çaba sarf ediyor. Bize ulaşan son bilgiler, MHP’nin bu uğraşında mesafe kat etmiş olduğu yönde. AKP, CHP ve BDP ‘Gezi faktörü’ üzerinde kafa yoradursun, MHP ‘Gezi Parkı’ ve dolayısıyla yukarıda değinmiş olduğumuz gerçekliği bir anlamda pas geçip yerel seçimlerde oylarını arttırmanın uğraşında...
* Tarihçi–Türkolog–Yazar-Gazeteci. Dr. Nikolaos Stelya’nın ‘Türkiye’nin Milliyetçilikle İmtihanı’ ve ‘İstenmeyen Bebek Kıbrıs Cumhuriyeti’ isimli kitapları Kalkedon Yayınları’ndan 2013 yılında okuyucularıyla buluştu.
** Bu yazı ilk defa geçen hafta Türkiye’de Erken Gündem ve Radikal gazetelerinde yayınlandı.