Uzun zaman oldu. Birçok Kıbrıslı Türk serzenişlerde bulundu. ‘Niko nerelerdesin, yazılarına neden ara verdin’, diye. Gazete360’daki sohbetlerimize ara vermemizin dostlarda yaratmış olduğu sıkıntının farkındayım. ‘Bir daha tekrarlanmaz’, ümidiyle istişarelerimize yeniden başlıyoruz.
Birlikte olmadığımız süre zarfı içerisinde hem kişisel hem de bölgesel çerçevede birçok gelişmelerle karşı karşıya kaldım. Kathimerini’deki görevlerimizin yanı sıra Sputnik Haber Ajansı’nda yeni görevler üstlendiğimiz bir süreçte Türkiye-Yunanistan-Kıbrıs üçgeninde önemli gelişmeler vuku buldu. Yunanistan’dan başlayacak olursak, geride bıraktığımız aylar, SYRİZA-Bağımsız Helenler Hükümeti’nin ülkenin karşı karşıya olduğu sorunlara çare olamayacağı herkesçe görülmüş oldu. Borç anlaşmasının yarattığı tehlikeli sinerjiyi göğüsleyemeyen SYRİZA’nın liderliği zamanla sağcılaştı, kreditörlerin ülkeye empoze ettiği şartların bekçiliğine soyundu. Bu duruma itiraz eden SYRİZA içerisindeki muhalefet isyan bayrağı çekti ve iktidar partisi bölünmenin eşiğine geldi. Önümüzdeki haftalarda Yunanistan’ı kritik bir güven oylaması ve Eylül-Ekim aralığında bir erken seçim bekliyor. SYRİZA bu seçimlerdeki en büyük favori. En büyük müttefiki dağılma noktasına gelen muhalefet. Ancak bu duruma rağmen SYRİZA artık umut vermiyor. Ocak ayında büyük umutlarla onu iktidara taşıyan seçmen artık Yunanistan’ın geleceğinden umudunu kesmiş durumda.
Yunanistan gibi Türkiye’de artık erken seçim kıskacında. Ak Saray Külliyesinin dikkatli stratejisiyle ülke hızlı adımlarla Kasım’da gerçekleşmesi olası olan seçimlere hazırlanıyor. Ak Saray bir yandan koalisyon hükümetlerine kapıyı kapatırken diğer yandan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP ya da Ak Parti)’nin tekrardan mecliste sandalye çoğunluğunu elde edebileceği ihtimali üzerinde duruyor. Bunun gerçekleşmesi için Halkların Demokratik Partisi (HDP)’nin oyları gerilemeli. Kürt Meselesinde son dönemde okunanları bu kıstas ve ‘seni başkan yaptırmayacağız’ çıkışı üzerinden okumakta yarar var.
Ak Sarayın yeni stratejisi muhafazakâr kulvardaki analistlere ve uzmanlara hoş görünebilir. Ancak ne var ki bu strateji beraberinde birçok riski de taşımakta. Anlaşılan o ki, Ak Saray Gezi Süreci ile ortaya çıkan toplumsal muhalefet dalgasını doğru okumamakta ısrarcı. İktidar kendi perspektifinden bu dalgayı bir darbe provası olarak algılıyor. Ancak yeni süreçte gözlerden kaçan tehlikeli bir süreç söz konusu. Toplumsal muhalefet dalgası Kürt Sorunundaki gelişmeler ve özellikle Ak Saray’ın 1982 Anayasasını zorlaması ile beraber genişleyerek büyüyor. Yakın süreçte bu dalganın Aleviler üzerinden Kürtlerle buluşması olağan bir gelişme olarak görülmeli. HDP’nin son seçimlerdeki oy patlaması bu gelişmenin habercisi. Dahası, Ak Saray modern Türkiye tarihinin çok önemli bir özelliğini göz ardı ediyor. 1908’den bugünlere dek, Osmanlı İmparatorluk Ordusu ve Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeki ‘İttihat ve Terakki cereyanı’ birçok darbeye ‘anayasal düzeni’ ve ‘devlet-i aliyenin çıkarlarını’ koruma adına imza atmıştır. Anayasanın sınırlarını zorlama, toplumsal muhalefeti görmezden gelme gibi önemli yanlışlar Türkiye’yi bu gibi tehlikelere açık bir konuma itmektedir. Dahası ülkenin güneyinde ve özellikle Suriye sınırındaki gelişmeler hayra alamet değildir.
Yunanistan’da ve Türkiye’de sarsıcı gelişmeler yaşanırken, Kıbrıs’ın gündeminde Kıbrıs Müzakereleri var. Lefkoşa’daki dış temsilciklerin, gizli servislerin perde arkasındaki oynadıkları oyun ve iki liderliğin gayretleri ile son haftalarda adada ‘Kıbrıs Sorunu çözüldü çözülecek’ atmosferi yaratılıyor. Mustafa Akıncı’nın seçim başarısı ile bu PR çalışması yoğun bir şekilde adanın gündemine taşındı. Müzakerelerin temel başlıklarında iki tarafı birbirinden ayıran büyük uçurumlara rağmen, PR çalışması hızlı bir biçimde tiyatro gösterileri, liderler arasındaki dostluk gösterileri ve çeşitli etkinliklerle yoluna devam ediyor. PR çalışması o kadar başarılı ki adanın iki yakasında çözümün karşısında duran güçler, yabancı başkentlerde, ismi bizde saklı bazı merkezlerde kurgulanan oyunun ‘kapanına’ çoktan düşmüş durumda. Kuzeyde ‘ganimet kültüründen’ mayalanan kesimler Kıbrıslı Türkleri ve Türkiyeli vatandaşları korkutmanın telaşında. Güneydeyse popülist ve sağcı güçler ‘Kıbrıs Cumhuriyetini yedirtmeyiz’ kampanyası başlatıyorlar. Dahası Altın Şafak’ın Kıbrıs kolu ELAM 2016 milletvekili seçimlerinde meclise girmek için sabırsızlanıyor.
Tüm PR çalışmalarına, zaman zaman Atina’da ve Ankara’da halka pompalanan ‘iyimserlik’ mesajlarına rağmen, kişisel kanım o dur ki bölgemizin geleceğini ilgilendiren konularda hala ‘çözüm’lerden ve ‘heyecan verici’ gelişmelerden bahsedecek durumda değiliz. Yunanistan’da SYRİZA kendi tabanına verdiği sözleri birer birer çiğnerken, Türkiye’deki geçici yönetim ve muhalefet büyük krizden çıkış yolu bulamazken, Kürt Meselesinde oluk oluk kan akarken, Kıbrıs Meselesinde Türk tarafı sabah akşam ‘garantiler vazgeçilmezimiz, mülkiyeti tazminatla hallederiz’ derken, Rum tarafı ‘Türk ordusu adadan ya gidecek ya da gidecek, binlerce mültecimiz adanın kuzeyine dönecek’ derken, birilerinin tezgahladığı PR çalışmasının değirmenine su taşıyacak durumda değiliz.
Birleşik, askersiz, tel örgüsüz, çok kültürlü, demokrat, kadına ve kimliklere saygılı bir Kıbrıs tahayyülü taşıyan yürekler! 14 Ağustos’ta Lefkoşa’nın sokaklarında sesini yükselten yürekli gençliğin heyecanıyla, bize dayatılan PR çalışmalarını elimizin tersiyle itip ‘güzel günlerin’ planını kurmak hepimizin ev ödevi olmalı.
Suruç’ta kaybettiğimiz değerler, son birkaç hafta içerisinde Anadolu topraklarında yitirdiğimiz askerlerimizin ve gerillalarımızın acısı yüreklerimizi dağlarken, demokratik yollardan farklı bir ülke tahayyülleri yol göstericimiz olmalı. Aynı şekilde, bizzat solcu geçinen bir rejim tarafından tedavüle sokulan Yunanistan’daki emek ve emekçi katliniyse bir an olsun unutmamalıyız.
Bugünlerden umutlu olmasak bile yarınlar bizim…