Geçtiğimiz aylarda bir restoranın işletmecisi olan dostlarımın yanına uğradım. Masada sohbet ederken restoranı kapattıklarını öğrendiğim bir grup kadının, evlenecek kız arkadaşları için bekarlığa veda partisi düzenlediklerini öğrendim. İçeriye birbirinden alımlı ve gayet şık giyinmiş genç kadınların giriyor oluşunun sebebi buydu. Gelin adayı genç kadın beyaz, tüllü bir şapka taşırken diğerleri bir örnek siyah şapka giymişti. Hasbelkader orada bulunan bendeniz, esasen gelin adayının siyah şapka takması gerektiğine dair kafamda fikir yürütüyor ve bir yandan da bu tabloya rağmen muzip bir ortamda eğleneceğimi düşünüyordum.

On dakika, yarım saat derken tam bir saat geçti ancak bizim genç kızlarımız aralarında konuşmaya bile ihtiyaç duymaksızın, bütün gece boyunca birbirlerinin fotoğrafını çekmekle meşgul oldular. Kimisi kendi cep telefonuyla bizzat kendisinin fotoğrafını çekiyor, kimisi arkadaşlarıyla, bir başkasının elindeki telefonun objektifine gülümsüyordu. Gece bitene dek kızların tekil veya bir araya gelerek telefona poz verme halleri devam etti. Ne esprili bir konuşma yapıldı ne de piste çıkıp dans eden oldu. Çekilen fotoğraflarını birkaç dakika sonra Facebook hesabında paylaşan genç kadınlar, toplu bir fotoğraf daha çektirerek mekandan ayrıldılar.

Sosyal paylaşım sitelerinin insan psikolojisinde yarattığı tahribat üzerine birçok araştırma yapılıyor biliyorsunuz. ABD’de yapılan bir araştırmada, narsistik kişilik bozukluğu ile kişinin Facebook’taki arkadaş sayısı arasında doğrudan bir bağ olduğu belirtiliyor. Narsistik kişilik bozukluğu olanlar, daha fazla ilgi çekebilmek için Facebook’ta çok daha fazla arkadaşlık kuruyor, kendilerini çok daha sık ‘tag’lıyor ve kendilerine ait bilgileri düzenli olarak güncelliyor. Bu araştırmaya göre, Facebook’la gençler gittikçe daha çok kendi imajlarına takıntılı olmaya başlıyor. Gençlerin Facebook hesaplarında sıklıkla değiştirdikleri profil fotoğrafları ve yüksek arkadaş sayıları ile kendilerinin reklamlarını yaptıkları, diğerlerinin gözünde nasıl göründüklerine ilişkin iyiden iyiye takıntı geliştirdikleri gözlemleniyor.

Bazıları yalnızca ‘sıradan gençler’in küçümsenemeyecek bir rahatsızlığı olarak görebilir bunu. Bence  gençlerin ve hatta orta yaşlıların Facebook’ta kendilerini böyle pazarlaması ile entelektüellerin bir konferansta konuşma yaparken ya da bir meydanda kitlelere seslenirken kendi fotoğraflarını Facebook’ta yayımlamaları arasında pek de büyük fark yok. Kendimizi pazarlıyor muyuz; pazarlıyoruz. ‘Çok çekici’, ‘çok güzel’ biri olarak kendimizi pazarlamakla; ‘çok akıllı’, ‘entelektüel’ veyahut ‘büyük’ bir ‘lider’ olarak kendimizi pazarlamak arasında kategorik olarak hiçbir fark yoktur. Kişinin kendi hayat görüşüne göre narsistik eğilimleri farklı resimlerle tecelli ediyordur sadece.

Facebook’taki ‘biz’; gerçeğe ne kadar yakınlaşırsak yakınlaşalım, olmayı istediğimiz ve göstermeyi tercih ettiğimiz kadarıyla bizleriz. Dolayısıyla oradaki ‘biz’; biz değiliz. En doğal halimizle ayaklarımızı ya da başka bir uzvumuzu da göstersek nafile bir uğraş olur bu. Odalarımızda veya bir kafede tek başına, daha çok ilgiye mazhar olmak isteyerek, bu fotoğraf ve yazıları hesabına bir başına yükleyen ‘biz’den başka biri olamayız.