Hayatta iken bir nedenden dolayı tanıma fırsatı bulamadığım; ya da çağdaşım olmayan bazı insanların ölümlerinden sonra hayatlarını araştırmak bende bir tutku.
Tuhaf bulabilirsiniz belki ama mesela trajik bir kazada hayatını kaybeden birinin sosyal medya hesabını inceleyip; ölümden hemen önceki ruh halini, en son neler yaptığını, nerelerde olduğunu öğrenmek ve buna benzer şeyleri incelememin sonucunda ipucu arama merakım diyebiliriz. Yaptığım şey iyi bir şey mi tartışılır ama insanların yaşadığı hayatları anlamam açısından iyi bir tecrübe oluyor; ya da ben öyle sanıyorum.
Geçtiğimiz haftalarda İsveçli bir jazz şarkıcısının fırtınalı yaşamını, başarılarını ve aşk ilişkilerini anlatan bir film izledim. Baştan belirtmeliyim ki berbat bir sinema izleyicisiyimdir. Bir filmin en heyecanlı sahnesinde olmadık şeyler yaparım. Ya mutfağa gider oyalanırım ya da TV kanallarını gezer birden fazla görüntüyü anda anda izlerim ve sonunda hepsini birbirine karıştırırım. Sinema izleme kültürüm yok. Kapasitem bu kadar.
Ama bu kez başkaydı! Bir filmi uzun süre sonra ilk kez sonuna dek izledim. Onların tabiriyle söyleyecek olursak; biopic (biyografik) bir film olma özelliği taşıyordu ve biyografik temalı filmlere bayılırım. 2013 İsveç yapımı Monica Z’den bahsediyorum.
Film Monica Zetterlund’un hayat öyküsünü konu alıyor. Monica Z, çok hoş bir film ve iyi bir akış sergiliyor. Filmi özel kılan iki neden oldu bana göre. Bunlardan biri jazz’ı İskandinav dilinde birinin de iyi ve başarılı bir biçimde söyleyebilmesiydi. Sahne geçişlerinde bazen ağır bir dram bazen hayatın eğlenceleri yer alıyordu.
Monica Zetterlund başarıya odaklı ve hırsları yüzünden hayatta kayıpları olan bir kadın.
Kayıpları diyorum; insan bazen bu önemli meziyetlerden dolayı isteklerini gerçekleştiremeyebilir. Zetterlund’da da öyle olmuş. Başarılı ve sıkı çalışan bir kadın ama aynı zamanda agresif ve tüm sahne sanatlarında olanlar gibi egosu tavanlarda gezen. Tüm bu özellikler onun karakterinin bir parçası. Monica’yı canlandıran Edda Magnason harika bir oyun çıkarmış. O Monica’ya benziyordu. Onun gibi şarkılar söylüyor, onu iyi taklit ediyor ve dans ediyordu. Her türlü güzel övgüyü hak ediyor bence.
Ve filmin bana göre en can alıcı noktası: aslında yazımın başlığını oluşturuyor. Dünyaya bir ağacın tepesinden bakabilmek.
Monica’nın hırslı ve bir o kadar başarı odaklı olduğunu öğrendik. Sizce bu karakterde olan birisi doğduğu küçük bir yerleşim birimi Hagfors’da mı yaşar yoksa başkent Stockholm’e mi yerleşir?
Monica şöhret basamaklarını tırmanırken babasıyla bu konuda anlaşmazlık yaşar. Babası onun ilgilenmesi gereken bir kızı olduğunu sürekli hatırlatır ve büyük şehirlerin yalnızlığının çekilmez olduğunu anlatır. Çünkü babası hayatı boyunca hiç Hagfors’dan dışarı çıkmamıştır. Monica’yı bir gece ABD konseri sonrası otelinden arar ve kızıyla gurur duyduğunu söyler. Monica ise babasına bir hatırlatmada bulunur. “Küçük bir çocukken ağacın tepesine çıkıp tüm dünyayı görüyor gibi hissederdim. Tüm dünyayı bir ağacın tepesinden ibaret sanıyormuşum meğer.” Diyerek babasına içinde bulunduğu yerin sınırları olmadığı mesajını verir. Çünkü o artık dünyaya mal olmuş biridir.
Monica Zetterlund güçlü ve imrenilen bir karakter. Müzik hayatına 1999 yılında son veren bu güzel kadın ne yazık ki 2005 yılında evinde çıkan bir yangın sonucu hayata veda etti. Şimdi Monica Zetterlund anısına Trubbel İsveç dilinde ‘Sorun’ anlamına gelen o güzel şarkısını dinleyelim mi?