2012-2013 yıllarında gerek Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti uzmanlarınca, gerek Türkiye Cumhuriyeti uzmanlarınca gerekse Dünya Bankası uzmanlarınca ortaya konan ve kamuoyunda açıklanan raporlarda ülkemizin durumu net olarak yeniden ortaya konmuştur. Bilinenin teyidi niteliğindeki bu raporların ardından atılacak doğru adımları maalesef umutsuzlukla beklemeye devam ediyoruz. Aksine, Ülkeyi yönetenler; Güney Kıbrıs'ın içinde bulunduğu durumu örnek göstermeye, bu rapor ve çalışmaların tespit ve önerilerini, seslerini yükselterek öfke ile konuşarak farklı yönlere çekmeye veya bunlar yokmuş gibi davranmaya, KKTC'nin gerçeklerini gözardı etmeye ve toplumun zamanını çalmaya devam ediyorlar.
Peki bir kez daha hatırlarsak, bu raporlarda ne diyor?
I-Kuzey Kıbrıs 2012-2013 Rekabet Edebilirlik Raporunun Yönetici Özeti bölümünde "Rekabetedebilirlik çalışmasında öne çıkan en dikkat çekici hususlar içerisinde işletmelerin iş yaparken karşılaştıkları en problemli faktörler olarak politika istikrarsızlığı, verimsiz devlet bürokrasisi ve hükümet istikrarsızlığıdır. Bu da ekonomiyi yönetenlerin bırakın ekonomiyi geliştirmek için tutarlı ve istikrarlı politikalar geliştirerek adımlar atmasını, siyaset kaynaklı sorunlar nedeniyle, işletmeler ve vatandaşların günlük işlerini yerine getirmek için başvurdukları Devletlerinden en temel hizmetleri bile alamadıklarını göstermektedir."
şeklinde bir yorum yer almıştır. Burada altı çizili olan faktörler tabi ki yeni değil yıllardır ortaya konmuş ve halen bu gibi raporlarda en önemli problemli faktörler olarak yerini korumaktadır.
II-Dünya Bankasının 2012 Kıbrıs Türk ekonomisi Kamu Maliyesiyle İlgili Değerlendirme Raporunun sonuç bölümünde ise "Kıbrıs Türk Ekonomisi, acil ve geniş kapsamlı reformlar ve düzenlemeler yapılmadığı takdirde daha da kötüleşecek, giderek artan finansman sıkıntıları ve sürdürülebilir olmayan bir mali yapı ve borç durumu ile karşı karşıya kalacaktır." Birikmiş borçlara ve borçlanma ihtiyacının baskısına vurgu yapılan raporda "Bununla birlikte, büyük oranlardaki mali açık ve çok zayıf olan büyüme, artan bir borç yüküne neden olmaktadır. Sonuç olarak bu durum, büyüme beklentilerine zarar vermekte ve dolayısıyla da olumsuz bir sarmal oluşturmaktadır. Önemli bir politika değişikliği yapılmadığı takdirde, Türkiye’den alınan kredilerin silindiği bile varsayıldığında, borç yükü mevcut durumda GSYİH’nin %60’ı civarından 2025’e kadar yaklaşık %150’ye çıkacaktır."
şeklinde tesbitini ortaya koyarken politika değişikliğine önemli bir vurgu yapmaktadır.
III-TEPAV-Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı tarafından yapılan 2013 KKTC Devleti Fonksiyonel-Kurumsal Gözden Geçirme Çalışması- (KKTC-FOKUS) yönetici özeti bölümündeki tesbitler ise "KKTC kamu yönetiminin en temel eksikliği devletin merkezinde politika oluşturacak, öncelikleri belirleyecek, oluşturulan politikaların uygulanmasını koordine edecek, izleyecek, denetleyecek bir kapasitenin olmayışıdır. Bakanlıklarda bir kapasite birikimi olmamakta, en fazla daire düzeyinde bir kurumsal hafıza oluşmaktadır. Kamu Maliyesi, toplanan gelirlerle cari harcamaları karşılamaktan uzaktır. Bütçe’nin kapsamı dar, mali yönetim araçları yetersizdir. KKTC vatandaşlarının çoğunu ilgilendiren kamu hizmetlerinde kapsam dar, erişim problemli, kalite düşüktür. Bütün bunların sonucu olarak vatandaşın kamu yönetimine ve siyasi kadrolara güveni oldukça düşüktür.Reformun birinci önceliği devletin merkezinde bir yönetim kapasitesi oluşturmaktır."
KKTC ile ilgili olarak geçmiş yıllarda yapılmış olan Yatırım Ortamı, Rekabetedebilirlik gibi pek çok araştırma, çalışma, rapor ile 100 gün boyunca paydaşlarla TV'de canlı olarak tartışılan 2006 Dünya Bankası raporu (İlk 100 Gün, Bir ülke düşünün ki ve Ortak Akıl), tümü aynı noktalara parmak basmaktadır.
Bu sorunlarla yüzyüze olan ülkelerin, gerekli reformları zamanında uygulamaması durumunda gelişmiş ülke sınıfına yükselmesinin mümkün olmayacağı açıktır. Sonuçta Dünya bu ülkeleri "Az Gelişmiş" tanımından rencide olmasın diye "Gelişmekte Olan Ülke" adı ile tanımlar.
1991 yılında Sovyetler Birliğinin dağılması ile oluşan Cumhuriyetlerden pek çoğu kısa sürede pazar ekonomisine ve demokrasiye geçişi kabul ederek ve reform programlarını uygularak gelişmiş ülkeler sınıfına girmiş veya girme aşamasındadır. Bu dönüşümü sadece 10-20 yıl gibi kısa bir sürede başarmışlardır. Yani yeni de olsa Cumhuriyetler başarı ile dönüşüm gerçekleştirebiliyor.
Sonuçta bu dönüşümü başaramayan ülkelerde yolsuzluk/rüşvet, çarpık gelişme ve sonuçta bozuk gelir dağılımı, borçlanmaya bağımlık, düşük hayat standardı ve ahlaki çökütü gibi pek çok olumsuzluk yaşanmaya devam olunur. Bizde de olduğu gibi!