Kuzey Kıbrıs'ta taş ocakları; basın,çevreciler ve birçok kesimin konuştuğu ve tartıştığı konular arasında yer almaktadır. Buna paralel olarak da konu ile ilgili farklı görüşler bulunmaktadır. Bir konu hakkında farklı görüşlerin ortaya konması elbette konunun daha iyi ele alınmasına ve irdelenmesine neden olmaktadır. Bu da farklı görüşlerin ışığında bir ara kesit bulunmasını kısaca her iki tarafın da ortak bir noktada buluşmasına olanak sağlamaktadır. Tıpkı siyasetteki iktidarla muhalefet gibi.
Taş ocakları kimilerine göre kapatılmalı, kimilerine göre de kapatılmamalıdır. Bu konudaki düşüncemi açıkça ifade etmem gerekirse, doğal kaynakların insanların ihtiyaçları doğrultusunda kullanılmasına asla karşı çıkmadım ama bu konuyu konuştuğum ve tartıştığım zamanlarda da her zaman bir dipnot ekledim. Doğal kaynakları kullanalım ama sömürmeden kullanalım! İnsanoğlu ne yazık ki insanlık tarihinin birçok döneminde doğaya egemen olma yarışı içine girmiş ve kendisini doğanın efendisi olarak algılamıştır. Halbuki içinde bulunduğumuz 21. yüzyılın beraberinde getirdiği insan kaynaklı çevre sorunları ve bunlara bağlı olarak ortaya çıkan doğal felaketler; bizlere, insanın doğanın efendisi değil doğanın bizlerin efendisi olduğunu kanıtlamıştır. İnsan da diğer canlı türleri gibi doğanın bir parçasıdır. Her canlının da doğada bir görevi bulunmaktadır fakat insan görevini yerine getirmesinin yanında diğer canlılara da müdahale ettiğinden sürekli bir şekilde birçok dengenin bozulmasına neden olmuştur. Doğaya yapılan her müdahale sonrasında doğal tahribat kaçınılmaz hale gelmektedir. Bu noktadan yola çıkarak insan ihtiyaçlarını karşılarken de doğal tahribatın boyutlarını önceden hesaba katmak ve sonrasında telafisinin nasıl yapılabileceği hususuna da dikkat etmek gerekmektedir. Taş ocakları bakımından konuyu ele aldığımızda bu konuda tam anlamıyla başarılı olduğumuz söylenemez.
Geçtiğimiz hafta; Maden, Metalurji ve Jeoloji Mühendisleri Odası tarafından taş ocaklarının rehabilitasyonu konulu bir seminer düzenlendi. Seminerde oda başkanı Birol Karaman tarafından Kuzey Kıbrıs Taş Ocakları Değerlendirme Raporu Sonuç Bildirgesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi’nden Doç. Dr. Çağatay Pamukçu tarafından da Taş Ocaklarının Rehabilitasyonu konularında iki ayrı sunum yapıldı. Oda olarak hazırladıkları raporla ülkemizdeki duruma dikkat çeken Karaman, taş ocakları konusundaki yasal mevzuatın eski olduğunu ifade etti ve güncellemesi gerektiğini vurguladı. Ülkemizde yapılan faaliyetlerin; düzenlenip, sürdürülebilir bir yapıya kavuşabilmesi için yasal mevzuatın bir an önce hazırlanıp yürürlüğe girmesi gerektiğini düşünenlerdenim. Dinlediğim kadarıyla odanın bu konuda yenilikçi ve karşıt görüşlere saygılı bir tavrı var. Bu açıdan odadaki uzlaşıcı ve doğaya saygılı tavrı bir çevreci olarak takdir ettim. Edindiğim izlenime göre Karaman’ın ardından mikrofonu alan Doç. Dr. Çağatay Pamukçu da doktorasını İzmir Belkahve’de bulunan taş ocağının rehabilitasyonu üzerine tamamlamış oldukça bilgili bir akademisyen. Konuşmasında Türkiye’deki mevzuata değinen Pamukçu, taş ocağı sahiplerinin rehabilitasyon yapma zorunluluğu olduğunu dile getirerek, rahabilitasyonun nasıl yapılabileceği konusundaki değerli bilgilerini bizlerle paylaştı. Böylesine anlamlı bir etkinlik düzenleyerek, konuya dikkat çeken Maden, Metalurji ve Jeoloji Mühendisleri Odası’nı gönülden kutlarım. Bu tarz etkinliklerle toplumdaki farkındalık düzeyi giderek artmaktadır. Birçok toplum gibi bizler de ne yazık ki bilgi sahibi olmadan fikir sahibi oluyoruz. Her konunun bir uzmanı vardır ve bu konudaki çözüm sürecini geliştirip sonuca ulaştıracak kişiler de bu konudaki uzmanlar olmalıdır diye düşünmekteyim. Umuyorum ki odanın bundan sonra izleyeceği olumlu tutum konunun daha iyi bir noktaya gelmesine katkı koyar ve sonraki süreçte de ülkemizde taş ocakları diye bir sorundan söz edilmez.
Herkese iyi bir hafta sonu dilerim…