insanız” gibi laflar aldı başını gidiyor sosyal medyada. Var olan siyasi partilerin
çöktüğü, yeni oluşumların eşikte olduğu bir süreçte “nasıl bir yeni siyasi oluşum”
sorusunun bir cevabı olarak sahne alan yeni siyasi aktörlerin sürekli işledikleri
bir yaklaşımın eseri olarak çıkıyor bu söylemler karşımıza.
Halkın içinden kişilerin bu söylemlere kapılması ya da derinini irdelememesi
şaşılacak bir durum değildir. Herkesin siyaset bilimi, felsefe, politik ideolojiler
kuramları bilmesini ya da bunlara ilgi duyarak derin okuma yapmasını
bekleyemeyiz elbette. Ama bu sıklıkla arkasına sığınılan ve siyasette olması şart
koşulan “bilir kişiler, ehil kişiler, uzman kişiler” sözcüklerini söyleyenler ve
siyaset bilimi ile bunca yoğrulmuş bir imge çizenlerin bu iddialarda bulunması
düşündürücüdür. Ne diyor bu “bilirkişiler?” “Sağ sol diye toplum bölünmesin,
solcu ya da sağcı olmamıza gerek yok, insan olmamız, temiz topum istememiz
yeterlidir” diyorlar. Bu argümanlar, siyasetin özü ve temeli ile ilgili gerçekliklerle
hiçbir şekilde uzlaşamamaktadır. Siyasi düşüncelerin çıktığı, sayfalarca
haklarında yazılan kuramsal temelleri tamamen reddeden bu “uzmanları”
gördüğümüzde bunun iki açıklaması olabileceği açığa çıkıyor. Ya bildiklerini
iddia ettikleri kadar derin bilgilerle donanımlanmamıştırlar ya da aslında her
şeyi gayet iyi bilip halkın derin okumalar yapmayan, siyaset felsefesi veya politik
ideolojilerin kavramsallaşması süreçleri ile haşır neşir olmak fırsatı eline
geçmemiş kesimlerini bu laflarla kandırma peşindedirler.
Ben adayarısında solun sağlaştığı eleştirisini getiren bir kişiyim. Ancak bu
eleştirinin değiştirilerek “sol‐sağ kalmadı, sağcılık ve solculuk artık geçerli
yaklaşımlar değildir, sol sağlaştı sağ da sollaştı” gibi bir argümana
dönüştürülmesinden çok rahatsızım. Sebebi cehaletse de rahatsızım, sebebi kötü
niyetle insanları kandırmaksa da rahatsızım.
Adayarısında ne yazık ki sol sağlaştı. Sol ideolojinin evrensel değerlerinin
dünyada terk edildiği bir süreç yaşandı. Ama sağ hiçbir zaman sollaşmadı, ne
adayarısında ne de dünyada. Ve dünyanın sol düşünceyi terk etmesi de solu
bitirmedi. Bir parça yalnızlaştırdı ama fikirler ve ideolojiler yok olmazlar.
Devamlılıkları vardır çünkü insanların yaşamı algılayışları ve yaşayışları bu
düşünce sistemlerinden hayat bulur aslında. Solun sağlaşması, sağ ve solun
bittiği anlamına gelmemektedir. Solun sağlaşması, sol değerlerin terk edildiği
neo‐liberal bir dünyada fakirlerin sayısının ve fakirliğin derinliğinin artması,
insan haklarının talan edilmesi, iç savaşların artması, ırkçılık, cinsiyetçilik,
homofobi, transfobi, engellifobi gibi ayrımcılıkların daha da arttığı, gelir
uçurumlarının büyüdüğü bir dünyanın giderek daha geniş bir alana yayılması
demektir.
Sağ‐sol ayrımı kalmadı demek “sağ ve sol ideolojilere gerek kalmadı ve bunlar
tükendi” demek değildir. Solun artık yeniden ayağa kalkması gerekiyor demektir.
Sağ‐sol ayrımının düşünsel düzeydeki zıtlıkları güçlü şekilde ortaya koyması
toplumu sağ sol üstünden bölmek değil, sol düşüncenin sağın oluşturduğu
düzene bir emniyet sibobu ve muhalefet olarak eşitlikçi bir sistem kurulması için
çalışması demektir. Bu düşünsel karşıtlıklar toplumun yararınadır,
sessizleştirme ve baskılarla susturmayı engeller, herkesi içine alan bir kamusal
alan yaratmanın aracı olur. Yani aslında insanların düşünsel düzeyde “çatışması”
çatışma kuramcıları tarafından gerekli görülen, toplum içinde olmazsa olmaz
süreçler olarak algılanır. Yani yapıcı şekilde “çatışan” toplumlar değişimin,
ilerlemenin, hak mücadelelerinin ve hak kazanımlarının tek yoludur. Sağcı solcu
olmadan da bu çatışmalar olamayacaktır. Çatışmaların olmaması da bastırmaları
ve susturmaları getirecektir.
Sol ve sağ fikirler olmadan siyasetin neden olamayacağını anlamak için aslında
sol ve sağ fikirlerin neye cevap aradığı, bu cevapları hangi unsurlarda bulduğu
üzerine biraz eğilmek gerekecektir. Sağ ve sol ideolojilerin “gereksiz” olduğunu
söylemek için kavramların içinin boş olduğunun varsayılması gerekir. Halbuki
sağ ve sol ideolojiler “nasıl bir iyi toplum yaratılabilir” sorularına kendilerine ait
yollar arar. Kişilerin yapması gereken, bu ideolojilerin ortaya koyduğu
“yollardan” haberdar olarak hangisinin kendisine uymadığını ve hangisinin
kendisini ifade ettiğini irdelemektir.
Sağ muhafazakardır, insanın doğası gereği eksik, yoldan sapmaya müsait, bağımlı
olduğunu düşünür. Bu yüzden de hiyerarşik olarak düzene sokulmuş, kuralların
yukarıdan aşağıya verildiği, herkesin görev dağılımındaki rolünün yukarıdan
saptandığı ve o görevi icra ettiği bir yapının gerekli olduğunu varsayar. Yani
aslında son zamanlarda “yeni yollarla yeni siyasi oluşumlar” arayanların
“alanında uzman kişilerle” oluşturulacak bir siyasi yapı istemelerinin temelinde
yatan “sağ ya da sol değiliz” teması ardına gizlenen ideal oldukça muhafazakar,
hiyerarşik ve “babasal devlet” (paternalist) yaklaşımını içinde barındırmaktadır.
Otoriteye inanan bu görüş aslında yukarıdaki bu “babacan” otoritenin aşağıdaki
daha az bilen, daha az tecrübesi ve eğitimi olanlara liderlik yapmasını, yön
vermesini ve destek olmasını öngörür. Yani aslında “çevresinde toparlanılan
liderin tecrübesi ve eğitimine” vurgu yapılması sürekli olarak halkın da “onun
ışığına, kudretine, bilgisine, temizliğine” ihtiyacı olduğu mesajını vermektedir.
Aslında “sen beni dinle, ben senden daha iyi bilirim, sen kendi yaşamına kendi
doğrularınla yön veremezsin, ben senin için o yönü vermeliyim, çünkü tecrübeli,
bilgili, eğitimli kişi olarak otorite benim” diyen kişi çok şeffaf ve çok temiz bir
toplum içerisinde karar verme yetinizi sınırlayacaktır. Hem de bunun
gerekliliğine canı gönülden inanarak sınırlayacaktır, toplumunu çok sevdiğini ve
bunu insanlar için yaptığını düşünecektir. Çünkü aslında sağ, işçi patron, yöneten
yönetilen arasında hiyerarşilerden doğan “eşitsizliklerin” toplum içerisindeki
“gerekli” iş bölümlerinin bir sonucu olduğu ve çatışmaları azaltıcı bir rolü
olduğunu düşünür ve bu eşitsizlikleri “işlevsel” görür. Yani sağ ideolojiden gelen
birisi yasaları şeffaf bir şekilde sizin kendi hayat yörüngenize kendinizin değil
devlet babanın karar vermesi sistemini oturtmayı doğal bir gereklilik olarak
değerlendirebilir. Hiçbir yolsuzluk, hırsızlık olmadan sizin kaç çocuk doğurmanız
gerektiğine, evlenmeden bir arada yaşamamanız gerektiğine, farklı etnik gruptan
biri ile evlenmemeniz gerektiğine, eşcinsellerin evlenmemesi gerektiğine, başka
ülkeden gelen “misafir işçinin” yerellerden daha az ücret almasının gerektiğine,
aklınıza gelen herşeyi söylememeniz gerektiğine çok şeffaf bir şekilde karar
verebilir. “Milli güvenlik” adı altında “uzman kişiler” dışında halkın
bilgilendirilmesinin sınırlandırılmasına “temiz” bir şekilde karar verebilir.
Kendisini eleştiren yazar çizerlerin susturulması için devlet içerisinde “tertemiz”
taleplerde bulunabilir hatta yasalar çıkartabilir. “Hak” ve “haksızlık” tek elden
kararlaştırılabilir temiz bir şekilde. Sistemde kendi elde ettikleri “adil” bir
noktadan değerlendirilebilir çünkü “hak etmiştir”, tecrübesi, bilgisi, temizliği,
liderliği bunun en büyük kanıtıdır ama başkaları o hiyerarşide o role
sığmadıkları için “hak etmemiş” olabilir.
Sol ideoloji de toplum ruhuna önem verir ancak bunu kardeşlik ve dayanışma
çerçevesinde yapabilmenin mümkün olduğunu savunur. Sola göre insan doğası
belirleyici faktör değildir. Belirleyici faktör insanın içinde yaşadığı sosyal
ilişkilerin yapısal toplamıdır. Topluluk ruhu içinde dayanışmanın işbirliğini
besleyeceğine, rekabetin ve üstünlük kuran hiyerarşilerin ve “uzman” topluluğu
yaratan sistemlerin düşmanlık ve hınç duygularını öne çıkaracağına inanır.
“Bilmek” tek kişinin ya da bir kişiler topluluğunun işi değildir. Sol toplum içinde
farklı bilişlere, farklı tecrübelere sahip olan insanlar arasında üstünlük ve otorite
kurulmasındansa bu farklı bilişlerin toplumsal üretime ve ilerlemeye katkı
sağlayacak şekilde entegre edilmesini sağlayacak eşitlikçi sistemler kurma
arayışındadır. Sol yalnızca eşitlikten değil “sosyal eşitlikten” yanadır. Yani
aslında ortaya çıkan “sonuçlarda” eşitliği savunur. Çocuklar Suriçinde göçmen
aileye de doğsa, Köşklüçiftlik’te de doğsa aynı sıralarda, aynı öğretmen kalitesi,
aynı kalabalıklıkta sınıflarda, aynı miktarda bilgisayarla yan yana okula
gidebilmelidir. Hiçbir bilgi, tecrübe, sosyal konum, eğitim veya yerellik eşitliği
bozmaya sebep olamamalıdır.
Sadece bu temel kavramlar üzerinden gidildiğinde bile aslında toplumların
“sağcı” ve “solcu” diye bölünmediği, sağ ve sol ideolojilerin “iyi topluma” nasıl
ulaşılacağı konusunda kendilerine ait birbirinden farklı rotalar benimseyen
düşün dizinleri olduğu ortaya çıkmaktadır. “Sağcı ya da solcu değil sadece insan”
olmak aslında içi boş bir kavramdır. Sağ ve sol “insan” olmayı farklı ifade eder.
Birisinde doğduğunuzda zaten zayıf, korunma ve kollanmaya muhtaç ve ancak
hiyerarşik ve otorite ışığı altında yaşayarak, eşitsizlikleri de sosyal bir işlev
olarak kullanarak iyi toplumu oluşturacak insanlarsınız, ötekinde yetkin, işbirliği
refleksleri toplumsal yapı içinde gelişirse sosyal eşitliğe ve barışa ulaşabilecek,
özünde başka insanların otoritesine değil dayanışmaya ihtiyacı olan
insanlarsınız.
İnsanlığınızın liderler tarafından nasıl algılandığının bir tanımı var. Sizin, kendi
düşün sistemleriniz doğrultusunda kendi insanlığınızı nasıl algıladığınızın da bir
tanımı var. Ve bu hepimiz için aynı tanım değil. Bugün dünyaya hangi
gözlüklerle baktığımızı irdeleme zamanı. “İnsan” olduğumuzu fark etmek için
değil, insanlığımızdan anladığımız şeyle “nasıl bir toplum” kurulmasını
istediğimizi fark etmek için. O soruları sorduktan sonra ortaya çıkacak olan,
liderlerden “uzman, otorite ve doğru yanlış ayrımını” bizim için yapan rollere
soyunmalarını mı isteyeceğiz yoksa ortaklaşarak ve dayanışarak bir toplumsal
sistem kurmak için çalışan neferler olmalarını mı talep edeceğimizdir. Sadece
“temiz toplum” istemek yeterli bir ortak payda değildir. O temiz topluma hangi
rotadan gidileceğine bugün anlamsızmış gibi davranılan ideolojiler karar
vermektedir. İdeoloji bilinçli/şuurlu düşünüş ve fikirlerdir. Bugün bize “sağcı ya
da solcu değilim” diyen liderler aslında sözcüklerin açılımına baktığınızda bilinç
düzeyinde yüzyıllardır insanların ürettikleri düşüncelerin farkında olmadığını ve
onları şuursuzca hiçe saydığını söylemektedir. Liderliklere soyunanlar gerçekten
şuursuz mu o tartışılır ama “sağcı ya da solcu değilim siz de olmayın”
dediklerinde sizin şuursuz olmanızı talep ettikleri çok açıktır