Savaş tecavüzü konusu konuşulmaya başladı ama maalesef yine milliyetçi erkeklerin ve milliyetçi kadınların tonuyla konuşulmaya devam ediyor. Kimisi “Rum” kadınları konuşuyor kimisi “Türk” kadınları konuşuyor ama illa ki hepsi kendi politik düşüncesini etkinleştirmek ve hayata geçirmek için bir araç olarak kullanıyor kadınların savaşlarda tecavüze uğramasını. Kadınların uğradığı tecavüzleri başkaları kadınlar adına konuşuyor, kadınlar konuşturulmuyor. İnanılan idealin yeşermesinin kıvılcımı olarak sunuluyor kadın bedeni ve yaşadığı tecavüz. Adayı ayrı tutmanın ya da birleştirmenin bir aracı olarak kadın bedeni yine satırlarda işgal ediliyor.
 
Tecavüz ve şiddet gören mağdurlar aslında “survivor” olarak ifade edilirler, yani “hayatta kalanlar” olarak. Bu sözcük önemlidir çünkü şiddetin en kötüsünü yaşayan insanların hayata tutunabilecek içsel gücü kendilerinde bulabilmelerine işaret eder. Her gün yaşama devam edebilmek, ayakta durabilmek var olan derin bir dayanma gücünün uzantısıdır çünkü. İşte bu güce sahip olan kadınların seslerinin tarih sayfalarında yer alması gerekir.
 
Savaşlarda ve savaş tarihi yazımlarında kadınların sesine yer verilmez. Bu alternatif tarihlerin işidir. Ama resmi tarihe alternatif olan her tarih de kadın sesini içine almaz.
 
Bugünlerde Kıbrıs adasının tamamında, resmi tarihlerin dışında konuşma heyecanı ile sahne alan, kuzeyinden güneyine politikacılar, akademisyenler arttı. Bu alternatif tarih konuşması, sırf tecavüz lafını da içeriyor diye, sorgusuz sualsiz cinsiyet perspektifinden yazılıyor sanılmamalıdır. Alternatif tarihler de ataerkil ve alternatif milliyetçiliklerin uzantısı olabilir. Pek çoğu da maalesef ataerkildir ve kadınları ve kadınların bedenlerinin tecavüzünü araçsallaştırmaktadır.
 
Peşpeşe hangi köyde hangi kadınların tecavüze uğradıklarını “rapor” etmek cinsiyetli bir tarih yazımı için yeterli değildir mesela. Ya da bu tecavüzlerin tepeden inmeci bir şekilde “hatırlatılması,” tecavüze uğrayanların travmalarını ortadan kaldırmayacaktır. Kızılyürek, Yenidüzen’deki yazısında “mağdurların hatırlamaya ihtiyacı vardır. Çünkü mağdur hatırlayıp yüzleşmediği sürece travmasını tedavi edemez” diyor mesela. Bunun ardından da kendisinin Rum kadınların tecavüzlerine “kısaca göz atacağını,” Türk kadınların tecavüzüne de bir Rum arkadaşın “değineceğini umduğunu” söylüyor. Buradaki birden fazla sorunsalı analiz etmek savaş tarihlerini cinsiyetlendirmenin ne demek olduğu konusunda düşünmemize yardım edecektir.
 
Savaşta (veya normal hayatta) tecavüze uğrayan bireylerin başlarına gelenle yüzleşebilmesi demek, bu konunun radyo, televizyon ve gazetelerde bağır çağır “uzmanlar” tarafından dillendirilmesini dinlemek ve “hatırlatılmak” demek değildir. Yüzleşmek, toplumsal bir adımdır ama bu adım kadınlardan başlamalıdır. Kadınların hikayelerini kendilerinin anlatması, kadınların dilinden bu gerçeklerin topluma kazandırılması ve kadın tecrübesinden yola çıkarak sonraki adımlarda da çok toplumlu paylaşıma başlanması gerekmektedir.
Buradaki en önemli mesele kadınların tecrübelerinden ortaya çıkacak olan hikayelerin ilk etapta, illa ki belli bir grubun arzuladığı idealeulaşmaya hizmet etmeyecek olmasıyla da yüzleşebilmektir. Kadınların tecrübeleri, istenilen mesajı verip vermemelerine göre bastırılamaz ya da öne çıkarılamaz. Mesela tecavüz travmasını yaşamış bir kadının sesi, yaşadığı tecrübe ile “ötekisi” gördükleri ile barışamayacağını ifade eden sonuçlara gidiyorsa, bastırılamaz, yok sayılamaz, “bu milliyetçiliktir!” diye kestirilip atılamaz. “Bak öteki de ne çok acı çekti, yüzleş ve kabullen” mantığında,yaşanılan mağduriyetlerin hemencecik aşılması beklenemez. İki taraflı yaşanan acılarla yüzleşilebilmesi yine toplumlar içinde ortaya çıkan hikayelerin birlikte konuşulup paylaşılması ile ancak mümkün olabilir. Kıbrıslı Türk bir “uzmanla” Kıbrıslı Rum bir “uzmanın” birbirlerinin toplumları hakkında konuşması yüzleşmeyi kısır bir çerçevede algılamak olacaktır. Ve aslında tarih yazımını yine tepeden inmeci, hiyerarşik bir ataerkil yaklaşımla sınırlandıracaktır.
 
Bir adamın, bir kadının yaşadığı tecavüzde sözcü olması cinsiyetlenmiş bir tarih midir? Bir kadının, barış idealinde kullanılmak üzere, kadınların bu konunun nasıl ele alınmasını istediklerini duymadan, gelişi güzel bahsetmesi tarihe kadın sesini de açmakta mıdır? Başkaları adına, onlara yer vermeden mağduriyetleri konuşmak yüzleşme midir? Hayatta kalanın kendisi yerine kendince barışa hizmet edeceğini düşündüğü “doğru dili” kullanarak konuşacak uzmanların konuşması yüzleşme midir? Hayatta kalan kadınların yüzleşmesi demek, barışma öncesinde kaçınılmaz olarak negatif duyguların da açığa çıkması demektir. Bu “barışa hizmet etmiyor” gibi algılanırsa bu kadınlar “faşizmin ve milliyetçiliğin pençesindeki kendini bilmezler” olarak mı algılanacaklardır? Yoksa travmatik süreçlerin ortaya çıkması ile bununla yüzleşilmesi ve barışılması arasındaki uzun mesafeyi kabullenecek sabrımız, olgunluğumuz ve inancımız olacak mı? Bu iş bir iki kişiyi hapse tıkarak “gördünüz mü, bedeller ödendi hadi artık barışabilirsiniz” yaklaşımıyla oluşacak bir formüle sıkıştırılabilecek kadar basite indirgenebilir mi?
 
Kızılyürek, Kıbrıslı Türk kadınların yaşadıklarını Rumların konuşmasında ısrarcı. Muhtemelenbu ısrarı, bugüne dek bunu konuşan Türklerin Türk milliyetçiliği adına konuşmalarından ileri geliyor. Kıbrıslı Türk biri konuşursa bunun “şovenizme” girdiği varsayılıyor. Ama kadınlar kendi uğradıkları tecavüzleri konuşamadan, gerçekten cinsiyetlenmiş ve kadınların seslerini de içine alan bir alternatif tarih yazımından nasıl bahsedebiliriz?Mağduriyeti yaratan “öteki toplumdan” birisinin konuşması ısrarı, otomatik olarak kadınların kendi yaşadıkları saldırıları, bunu tecrübe edişlerini, bununla 40 yıl yaşamanın anlamını tarih sayfalarına yerleştiremeden silmek, kadınların sesini göz ardı etmek demektir.
 
Kadınların da seslerinin olduğu bir alternatif tarih yazımında, R.R. Denktaş’ın gördüğü tecavüz vakalarından dolayı yaşadığı şok, edinilmesi gereken en önemli bilgi değildir.* Hatta bir erkek gözüyle olmuş tecavüzlerin hikayelendirilmesi de ilk öncelik değildir. Erkek hikayeleri,  kadınların sesleri ile birleşirse elbette önemli hale gelebilir. Ancak erkekler tarafından anlatılan tecavüz tarihi, cinsiyet algısı çok yüksek olmadıkça ataerkin önem verdiği noktalara değinmeye devam edecektir. Kılıyürek’in Rum kadınların uğradıkları tecavüzlerle ilgili yazdıkları, söylediklerime örnek oluşturacak niteliktedir. Kaleme alınan vakaların bir kısmının polis tutanaklarındakikadın anlatılarından alındığı söylenmiştir. Onlar bile, kadınlar tarafından söylenmiş olmasına rağmen, eril devletin polis tutanaklarınca şekillendirildikleri için savaşın ve yaşanan koşulların arka planı verilmediğinden savaş-militarizm-cinsiyet temelli algılayışla ilgili gereken derinlikte bilgi verememektedir.Kızılyürek’in “kısaca” değindiği, Rum kadınlara tecavüzde açığa çıkarmakta önemli gördüğü tarihin diğer kısmı da savaşa katılmış Türk bir akademisyenin anlatılarından alınmış.Okurken bunların tekrarlanmasının aslında nasıl ataerkil savaş tarihini yeniden ürettiğini tüyler ürpertici bir şekilde gözlemlememek mümkün değil. Kızılyürek’in alıntı yapmayı tercih ettiği savaştaki tecavüz tarihinde şu ifade geçiyor: “Sen bizim o zaman savaşta ne hissettiğimizi bilemezsin... Tuhaftır ama cinsel iştahımız azalmıyor, artıyordu. Öyle anlaşılıyor ki, kan ve şiddet insanı tahrik ediyor.” Savaş tecavüzünden kurtulup tarihini yazacak kadınların oluşturacağı alternatif tarihin, tecavüzü toplumlara “cinsel iştah” bağlamı ile birleştirilerek sunabileceğine ihtimal veren var mıdır? Ya da bir kadının savaşta tecavüze uğramasını “karnından akan yağlar[ın] açık ve yaralı olan cinsel organına yapış[tığını]” anlatacağını tahayyül edeniniz var mı? Hangi tecavüze uğrayan kadın için “cinsel iştah” ön plana çıkarılır? Ve tecavüz“cnsel iştah ve tahriki” anlatan erotik nüvelerle süslenir? Şiddetin erkeklerin “cinsel iştahını arttırıp tahrik ettiğini” yazan bir alternatif tarihten anti-militarist toplumlar yetiştirebilmenin olasılığı nedir?
 
Tecavüz tarihini bu biçimde kaleme almak ve konuşmak, illa ki kadın bireylerin tecrübeleri ve sesleri ile tarihin kaleme alındığının, travmaları aşacak şekilde konunun ele alındığının garantisi değildir. Yüzleşme, kadınlara bu şiddetle yoğrulmuş ve erotikleştirilmiş tecavüz hafızasını yüklemekle başarılmayacaktır. Bu başka bir eksenden, kadınlara yapılan tecavüzleri, erkeklerin kendi aralarındaki kapışmanın aleti yapmalarından başka nedir?
 
Savaş tecavüzü, üç beş erkek alıntısı ile “son”landırılamayacak kadar derin ve ilk önce kadınlara ait bir meseledir. Savaş tecavüzleri, yüzleşme ve alternatif tarih yazımı, kadınları ve onların tecrübelerini merkeze alarak yapılırsa ancak barışmaya giden bir yüzleşmeyi içerecektir.
 
 
 
 
*Tüm bu bilginin nereden geldiği, bu notları kimin tuttuğu, kimin hikayelendirmesinden kaleme alındığı da belirtilmelidir. Bir tarihin alternatif olması demek, anaakım milliyetçiliklerde gördüğümüz “kurgulanmış tarih” olgusundan direk olarak kaçınılacağı anlamına gelmemektedir. Yazanın ne derece önyargılı (biased) olduğunu anlamak için kaynakların belirtilmesi şimdiki ve gelecek araştırmacılar için önem arz etmektedir.