La Fontaine masallarını bilirsiniz. Jean de la Fontaine dünyanın gelmiş geçmiş en büyük masal yazarlarındandır.
Kıbrıs siyaseti La Fontaine’nin masallarını ve kahramanlarını çağrıştırır bana nedense… Kuyunun içine düşen tilkinin susamış keçiye “Gel dostum, sen de su iç” diye seslenerek keçiyi kuyuya atlatması; keçinin üzerine basan tilkinin kuyudan kurtulması ve tilkinin keçiyi bir başına kuyuda bırakması mesela. Birbirlerine bu kadar kötülük yapan tilki kılıklı siyasilerimizin zamanında kuyuda bıraktıkları keçilerle gün gelip tekrar birleşmesi masallarda bile olmaz ama Kıbrıs’ta o da olur…
Aslan postuna bürünmüş eşeğin uzun kulakları posttan dışarı çıkınca, durumu gören adamın aslan kılığındaki eşeği dövmesi ve etrafta aslan döven güçlü biri olarak algılanması… Masal, iktidardan düşmekte olan partilerin yerine gelmeyi hedefleyen muhalefet partilerinin klasik seçim taktiklerini anlatıyor mübarek…
Tıka basa yemek yerken boğazına kemik takılan kurdun leylekten yardım istemesi; gagasıyla kurdun gırtlağından kemiği çıkardığı için para isteyen leylek karşısında kurdun, “Ne parası! Ağzımın içinden kemik çıkarırken seni yiyebilirdim, canını kurtardığına şükret!” demesi… Bu masal da bizim siyasilerimizin arasındaki ilişkileri iyi anlatıyor.
Aslanın üzerinde gezinen sineğe bir şey yapamaması ve aslanı yenen sineğin zafer sarhoşluğu içinde oradan oraya uçarken bir örümcek ağına takılması… E bu mesel de iktidara gelen partilerin zafer naraları attıkları ilk günden yakalandıkları ağları hatırlatıyor…
En sevdiğim La Fontaine masallarından biri, şehir faresi ile tarla faresi masalıdır. Evde yaşayan şehir faresi cılız mı cılız tarla faresine acımış ve yaşadığı eve çağırmış. Şehir faresinin kurduğu sofrada tarla faresinin hayatında o güne dek bir arada görme şansına sahip olmadığı, şahane yiyecekler varmış. İki fare tam ziyafete başlayacakmış ki şehir faresinin yaşadığı evin sahibi aile yukarı katta sesler çıkarmaya başlamış. Şehir faresi sofrayı bıraktığı gibi insan korkusuyla kaçacak delik aramış. Tarla faresi duyduğu seslerden o kadar ürkmüş ki önündeki yemeklerin tadına bile bakamamış. Sesler kesilince şehir faresi sofraya, tarla faresinin yanına gelmiş ve “hadi yemeğimize devam edelim” demiş. Tarla faresinin korkudan iştahı kesilmiş ve şehir faresine “Ben doydum. Yarın seni tarlama beklerim. Benim kuracağım sofra seninkisi gibi mükemmel olamaz ama en azından tarlada insan korkusu olmadan özgürce yemek yeriz!” demiş.
Bizim siyasilerimiz özgürlüğün getireceği zorluklara katlanamadıkları için mi şehir faresi kılıklıdır? Aralarından tarla faresi şahsiyetli siyasetçi çıkmadığı için mi ülke bu kadar kötü yönetilegelmiştir?
Halkı, bedeli ödendiğinde özgürlüğün ve kendi kendini yönetebilmenin mutluluk verici bir şey olduğuna şehir fareleri nasıl ikna etsin? Şehir fareleri özgür tarlalarda binbir zorlukla yiyecek bulacak değil ya…
Kıssadan hisse: Korkudan ödümüz koparak da olsa yukarıdakilerden tırtıkladıklarımızla şahane bir yaşam süreriz diyen şehir faresi kılıklı siyasilerle ülkedeki sürdürülemez düzenin yıkılması söz konusu olamaz.