Güney Afrika’da ırk ayrımcılığına karşı verdiği büyük mücadele ile dünya tarihinin eşsiz liderleri arasında yerini alan Nelson Mandela’yı tüm dünya uğurluyor.
Hoş, Mandela’yı okumakla anlamak bizim gibi ülkelerde her zaman için aynı manalara gelmeyebilir.
Rum düşmanlığını pazarlayan faşist söylemle, mikro milliyetçiliği her fırsatta ayrımcılığı körüklemek için kullanan milliyetçi solun birbirinin sırtını sıvazladığı bir ülkede Mandela’yı anladığımız varsayılamaz.
Faşitlerin etnik ayrımcılığı hortlatan manipülasyonlarına gösterilen tepkinin, milliyetçi solun ayrımcılığı çirkef bir dille politikasına malzeme yapışına gösterildiği hiç söylenemez.
Öyle olsaydı, eşitlik için her tür ayrımcılığa karşı mücadele ettiklerini söyleyen bazılarının nefret suçu işlercesine insanları etnik kökenine, doğduğu ülkeye göre ayıran alt mesajlar vermesi ve bunun üzerinden politika yapışı yüksek sesle eleştirilebilirdi.
Söylemde etnik ayrımcılıkla mücadele ettiklerini iddia edenlerin siyasi kurnazlıkla yaptıkları çıkışlar, insanın havsalasını zorlayan zihin yarılmaları yaratır haldedir.
Sözlü ve yazılı ifadelerinde her tür ayrımcılığa karşı olduğunu beyan edenlerin siyasi söylemlerini sinsi bir politikayla etnik ayrımcılıkla ilişkilendiren alt mesajlara bulaması, entelektüel ikiyüzlülüğün kanıtıdır. Bu ikiyüzlülük aynı zamanda etnisite temelli tahakküm arayışlarının her an bilinçdışından kontrolsüzce fırlayabileceğinin göstergesidir.
Görünen o ki, ayrımcılık karşıtı olduğunu savunanlar içtenlikten ve empatiden çok uzaktadır. Mandela’dan bir türlü öğrenemedikleriyle, ırkçılığı ve kimlik temelli milliyetçiliği siyasette ses getirmenin bir aracına dönüştürmekten ve nefretlerini kusmaktan utanmayacaklardır.
Demek ki yıllardır verilen mücadele en olmayacak ağızlarda dahi politikanın kokuşmuşluğuna malzeme olmaktan kurtarılamamıştır.
Entelektüel ikiyüzlülük oy kaygısıyla çirkefleştikçe üreteceği tepkiler de çirkinleşecektir.
Ama ne diyordu Mandela: ‘İnsanlar nefret etmeyi öğrenirler ve eğer nefreti öğrenebiliyorlarsa o zaman onlara sevmeyi de öğretebiliriz.’
Tüm bu çelişkiler arasında nefret yüklü insanları sevebilmek ve onlara sevmeyi öğretebilmek, bu dilin değişmek zorunda olduğunu herkesin pratikteki adımları ile göstermesi ile mümkün olacaktır.
Pratik, söylemin gittiği yoldan tam aksine yol almaya devam edecekse, söylem üzerinden birbirimizi sevebilmemizin ve birbirimize saygı gösterebilmemizin ön koşulu ortadan kalkacak demektir.