Önceki günkü kar yağışı sırasında, gecenin bir vakti arabalarını yol kenarına çekip yağan karı hissetmek için soğuk moğuk dinlemeyen Kıbrıslıların “marazi” olduğuna kim inanır? Estetik harikası bu doğa olayı insanı dondurmasına karşın ne de sevilir Kıbrıs’ta… Geçenlerde bir arkadaşım “sen her zaman mutlusun, gerçekten de mutlusun. Bizimse maraz iliklerimize işlemiş” diyordu. Ofisimden çıkmış, yağan karda evime dönerken kendi kendime ben niye mutluyum, başkaları neden mutsuz sorusunu soruyordum ki; karla kucaklaşmak için yolda durmuş insanları gördüm. Gülüyor, adeta karla dans ediyor, fotoğraf çekiyorlardı…

Küçücük olaylardan zevk alan bir toplum nasıl kendisine büyük mutsuzluklar yaratır? Herkesin değişik yanıtları olabilir, bense mutsuzluğun ve mutlu olmanın öğretildiğini düşünürüm. Benim neslime bakın mesela: Türkiye’nin ‘muasır medeniyetler’ seviyesine yükseltilmesi için birer nefer olarak yetiştirilmiş, çocukluktan itibaren buna ant içirilmiş bir kuşaktır. Başarı odaklı yetiştirilen neslimiz mutluluğun temel kriterinin iş hayatındaki başarı olduğu belletilerek, delirtilmiştir. Kişisel olarak yükseldikçe ülkesinin yükseleceğine inandırılmış, dolayısıyla hasara uğratılmış bir kuşağın üyeleri olarak elbette mutluyuz! İşkoliğiz, çalışır didinir ve nihayetinde başarırız… Çoğumuz kalabalıklar içinde tek başına yaşarız ve fakat dilime ket vurmazsam, düpedüz salakça kendimizi mutlu hissederiz. Bilincimiz, bilinçaltımız, önbilincimiz, bilinçdışımız muasır medeniyetler seviyesine her alanda ulaşmakla yoğrulmuştur bizlerin. Bir tür robota dönüştürüldüğümüzü fark etmemiz uzun yıllar alacak, gerçek yaprakları dökülmüş ağaç gibi çıplak kaldığında ise iş işten çoktan geçmiş olacaktır.

Kıbrıslı maraziymiş… Biz de çok mutluyuz çoook… Kıbrıslı üretemediğinden, bizler de üretmek dışında her şeyi ertelediğimizden marazlıyız. Sonuçta, hep beraber hastalıklıyız… Kıbrıs’ın üretime, bizlerin de arada durmaya ihtiyacımız var. Türkiye’nin Kıbrıs’tan öğreneceği ilk ders, durmaktaki ve ara sıra miskinlik yapabilmekteki güzelliktir. Türkiye’nin ve Türk insanının soluklanmadan koşmasının başına ileride büyük bela açacağından eminim. Çin de koşuyor, Hindistan da koşuyor ama araştırın Çin felsefesini, Hint felsefesini; durmayı, ölçüyü ve dengeyi öğretiyor felsefeleri… Bizimse temel felsefemiz muasır medeniyetler seviyesine durmadan çalışarak, ulaşmakla sınırlandırılmıştır! Felsefesiz bir güzergahta sürekli başkalarına yetişmek için koşan bir toplum eninde sonunda delirir. Durmadığı, dinlenmediği, tembellik yapmanın keyfini süremediği için yorulur ve yıpranır.

Türkiye Kıbrıs’tan durmayı, hayatın keyfine varmayı, güneşe karşı gülümseyerek bomboş oturmanın ve düşünmenin sırrını edinmelidir. Kıbrıs da Türkiye’den ve Türkiye’ye rağmen üretmenin enerjisine kapılmayı öğrenebilmelidir. O zaman kanımca ne ülkemiz mutsuzluktan ne de Türkiye mutluluktan marazi olacaktır.

Bir kar gecesi felsefesi yaptım belki ama siyasi kültürümüzün felsefesizliğini yazmaktan bazen usanıyor insan. Ne de olsa Brezilya’daki İşçi Partisi üyelerinin iktidarları döneminde oy satın alma ve şantajla yaptığı yolsuzluklar nedeniyle yargılandığı dünya gezegeni bir yana, oy satın alma karşılığı istihdamların gırla gittiği KKTC bir yana…