Bilim, edebiyat ve felsefede kibrin nasıl analiz edildiğini üstatlar nasıl yazmış, siz değerli okurlarımla paylaşma arzusu duydum. Çevremizde gerek bazı siyasetçiler, gerekse başka kendini bilmezlerin bu kadar kendilerini üstün görmeleri, büyüklenmeleri belki bu dünya için geçerli olabilir. Ancak unutmayalım ki “oyun bittiğinde bütün taşlar aynı kutuya girer.” Çevrenize dikkatle bir bakın, etrafta bunlardan bolca görebileceğinizden eminim. Bu insanları bir kağıt gibi buruşturup çöpe atamayız, ancak belki biraz tevazu öğretebiliriz.
Şimdi sizi bu işin üstatlarıyla baş başa bırakıyorum.
Kibir, insanoğlunun en zayıf özelliklerinden biridir. Kendini büyük görme, kendini başkalarından üstün tutmadır. Kibir olgunlaşma önünde en büyük engellerdendir. Eksiklerini ve yanlışlarını bilmeyen ya da onlarla yüzleşmek istemeyen kimselerin ortak özelliğidir. Alçak gönüllük ve tevazu erdemlerinin zıt kutbudur.
Egoda kibir, kendini üstün ve ayrıcalıklı görme duygusu hakikat yolunun yolcuları için çok uzaklarda kalmıştır. O, kibrin düşmanıdır ve her şeyden evvel mütevazı olmanın gerekliliğini bilir. O kendine güvenir ancak asla kibirli değildir.
Para, makam ve gücün getirdiği davranış bozukluklarının başında gelir, kibir. Kibirli insanların sözlerine aldırış edilmez. Onlar ne yazık ki hala hamdırlar. Kibirli bir insanın kendince geliştirdiği akılcı alçakgönüllülük yine kibrin bir parçasıdır. Bu, kendine karşı dürüst olamayıp kendi ile yüzleşemeyenlerin giydiği kılıftır. Zahiri ile batını bir değildir.
Kıskançlık ve kibir din kitaplarındaki Habil-Kabil kardeşlere kadar gider. Kabil; hırs ve kibir ile irade zayıflığına yenilir. Kibir karanlıktır, kederdir, bir anlamda gölgedir ve yok olması gereklidir. Hikmete sahip olanın asla sapmayacağı bir histir. Konfüçyüs: ‘Hikmet ile tamamlanmış ilim ve akıl insanı bilgeliğe götürür, onu kâmil insan olmak yoluna sokar’ der.
Fiziksel görünüm, akıl, maddi değerler, makam, paye kibri hayata sokar. “Önce bir makam ya da para ver, sonra onun kim olduğunu gör.” deyişi yaşamla birebir örtüşmektedir. Bu geçici, aslında bizim olmayan maddi ve manevi değerlere sahip olan kişinin kişiliği oturmamış ve olgunlaşmamışsa; bir anda kişiliğinde olumsuz yönde değişiklikler olabilmektedir. Kibir, insanın kendini olduğundan çok daha fazla sanmasından ya da duyduğu her güzel sözü gerçek sanıp böbürlenmeye başlamasından da kaynaklanabilir. Kendi ile barışık olmaktan çıkıp kendini beğenmişliğe ve böbürlenmeye gidiştir.
Sığ, dalkavuk çoğunluğun boş ve gelişi güzel lafları ile göğsünü kabartarak gezinmek yerine, sadece karşısındakinin iyiliğini düşünerek gerektiğinde sert konuşup acı sözler söyleyenlerin çevrenizde olması büyük bir şanstır. Büyük bir riyakârlıkla sizi şişirenlerin aksine onlar kendi kendinizle baş başa kalıp kendinizi objektif biçimde tanıyabilesiniz diye size aynayı tutarlar. Maalesef büyük çoğunluk her zaman kibirle böbürlenerek gerçeklerden kaçmayı tercih ettiği için ikinci grup azınlık pek sevilmemiştir. Nietzsche şöyle diyor: “Kibir ruhu kaplayan deridir.”
Kibir hakikatten habersiz olmaktır. Hangi makamlara gelsek de, hangi payelere ya da maddi değerlere sahip olsak da yaşamlarımızda birer öğrenciyiz. Hakikat ve bilgelik ışığına doğru yapılan yolculuğa koyulan bilinçli insanlar, ruhlarını kaplamaya çalışan kibir gölgesini kendi aydınlıkları ile yakıp geçeceklerdir.