Kıbrıs’ın yetiştirdiği, zihni en parlak devrimcilerden biri, 2007’de çok erken kaybettiğimiz, düşün insanı Ulus Baker “Ekonomi bilgisinin kıt olması Türk aydınının şanındandır” derken bence Türk aydınına bir ekleme yapmalı, Kıbrıs Türk aydınını da ekonomi bilgisi kıt aydınlar arasına katmalıydı... Nezaketinden, Türkiye’den Kıbrıs’a laf atmak istemediğindendir belki de…

Baker bu yorumunu da yaptığı, Birikim Dergisi’nin, 2007 yılında basılmış, 220-221 numaralı sayısında yayınlanan “ÖDP yazısının daha samimisi-Tanıl’a mektup gibi” başlıklı makalesinde özellikle iki noktayı Türk solunun yaşadığı felaketlere paralel olarak irdeliyordu:

“Birincisi, “iktidar meselelerinin hukuki ilişkiler olarak tanımlanması“dır –dünyanın her yerinde, “devrimci oluşlara” pek yakalanmadıkları sürece sosyalist (ve Marksist) kültür bu yanılsamaya düşer. Bu yüzden Alman “hukuk ekolünün”, “Avrupa’nın hukuki normlarını” belirlemeye çalışan Fransız düşünür ve siyaset adamlarının vesaire “bizim taraflarda” neye hizmet edebileceklerini asla biliyor değilim. İktidarın “hukuki form” ile karıştırılmasının sonuçları tam anlamıyla her yerde felâket olmuştur: Her şeyden önce, “dünyayı dönüştürmek” filan gibi sosyalizm geleneğiyle özdeşleştirilen idealler “eşitlik, temsiliyet, riayet” gibisinden hukuksal kategoriler içinde yeniden yorumlanarak, bunlardan “örgütlenme kuralları” ve “ilkeleri” çıkarılır. Ardından gerçek anlamda “faal” olan insanlar, hukuki özneler ve “aidiyetler” bakımından yeniden tanımlanır, böylece kimlik kazanırlar. Bütün bunların ardında, denetimsiz, coşkulu, kaypak “reel” ilişkiler içinde çıkar mücadeleleri ve kişisel kavgalar yürütülür”.

Yukarıdaki satırlar Ulus Baker’in, değeri halihazırda tam anlaşılamamış, engin birikiminden süzülen ayrıntılardır sadece... Baker’in yaptığı analizi aklımızdan çıkarmadan ülkemize ve aydınlarına dönelim şimdi: Borç ödeme alışkanlığı gelişmemiş, bütçe açıkları başka bir devlet tarafından kapatılan bir devlette yaşamıyorlarmış gibi güle oynaya ‘AB ve çözüm’ü savunanların bugünlerde özelleştirmeye karşı çıkışlarındaki vahim tutarsızlığı unutmadan ama… O zamanlar herkes nasıl da safkan neoliberaldi… AB’ye girelim, çözümü yapalım da gelsin yeni evler gitsin eski arabalardı anımsarsanız… Seçim propaganda malzemesi, fiyonklu miyonklu ev, araba ve anahtarlarında cisimleştirilmişti AB ve çözüm tutkumuz… Kimse AB’nin ne menem ulusötesi, neoliberal bir oluşum olduğunu zinhar ağzına almıyordu… Ne münasebet!

Kapitalizm yeni bir çevrimsel krize girince bizim aydınlarımız ekonominin keskin kılıcının ne denli kanlı olabileceğini en nihayet kavradı da, 2002’lerin hızlı AB taraftarları bugünlerde topyekun özelleştirme karşıtına dönüşüverdi!

Yüzlerce insanın istihdam edildiği borç batağındaki bazı kurumlarımızın nasıl özerkleştirileceğinin ekonomik yanına giremez bu zatlar. “Parlak”, “hukuki” ve “iktisadi” politikalar ürettiklerini ve yeni siyaset geliştirdiklerini falan sanıverirler ta ki kafaları AB deneyiminde yaşandığı gibi, şöyle en irisinden kayaya çarpsın.

Bugün, bu ülkede ekonomistler de dahil, mesela KIB-TEK’in iktisaden nasıl yaşamını sürdürülebileceğini doğru dürüst açıklayabilen birini bulamazsınız… KIB-TEK’i ister mevcut haliyle tutun, ister özerkleştirin KIB-TEK’in faizi ile birlikte bankalara olan borçlarının yakıt tedarikçisi, AKSA vb. diğer piyasa borçlarıyla beraber ödenmesi gerekir. Devletten ve piyasadan alacaklarınızı hop diye toplayamayacağınız ve bir yandan da yeni yatırım yapmaya devam etmeniz gerektiği için KIB-TEK’in faizli borçları artmaya devam edecektir. KIB-TEK’in Yakın Doğu Bank’a, Limasol Bankası’na, Şeker Bank’a, Türk Bankası’na, İktisat Bankası’na, Vakıflar Bankası’na ve Kalkınma Bankası’na olan borçları, diğer yeni alınan kredilerle birlikte, üstelik yeni yatırımlar da yapılmak zorundayken nasıl kapatılacaktır?

Devlet kurumlarından, belediyelerden, özel kurum ve kişilerden alacaklarınızı sihirli bir kudretle tahsil edeceğinize inanacak kadar piyasadan ve KKTC’deki devlet patronajından bihaberseniz kurumun alacakları borçlarından fazladır der, KIB-TEK’i yönetsel olarak özerkleştirmekle sorunu çözeceğinizi zannedersiniz. Sonunda ya elektrik fiyatını artırır, ekstra fonlar koyarak yurttaştan KIB-TEK’in borçlarını kapamak için daha fazla para toplarsınız ve yanı sıra mecburen KIB-TEK’te işten çıkarmalara gidersiniz ya da tam batarsınız!

Neden? Çünkü hiçbir şirket, hiçbir kurum alacaklarım borçlarımdan fazladır diyerek yaşayacağını varsayamaz. Öyle olabilse, alacaklarına kıyasla daha az borcu olan dünyadaki ve KKTC’deki pek çok şirket batmazdı. Önemli olan, hem alacaklarınızı hızla toplamak için gereken teknik altyapıyı kuracak hem de kurumun ihtiyacı olan diğer altyapı yatırımlarını yapabilecek şekilde yeni bir borçlanmaya girip giremeyeceğinizdir.

KIB-TEK’in 7 Yönetim Kurulu üyesinin iktidar, ana muhalefet, Elektrik Mühendisleri Odası, Kıbrıs Türk Sanayi Odası, Kıbrıs Türk Ticaret Odası, Kıbrıs Türk Esnaf ve Zanaatkarlar Odası ve kurumun sendikası EL-SEN tarafından 2’şer aday önerilerek ve adayların Cumhuriyet Meclisi tarafından nihayetinde salt çoğunlukla seçilmesi ile KIB-TEK’te tahsilat sorununu çözebileceğinizi varsayabilmek için hakikaten KKTC Devleti’nde yaşamıyor olmak gerek.

Elektrik borçlarını ödemeyenler kimler? Devleti yöneten iktidarlara bağlı kurumlar ve KTSO, KTTO, KTEZO üyesi özel işletmeler… Ne olacak KIB-TEK’in YK’sına bu örgütlerin önerdiği ve KKTC Meclisi’nin seçtiği adayları koyduğunuzda tahsilatta devrim falan mı gerçekleşecek? Bu parayı ödemeyenler de, KKTC’deki patronaj sisteminden yıllardır nemalananlar da aynı devlet, aynı Meclis, aynı örgütlere bağlı üye şirketler… O nedenle zamanında önerdik: KIB-TEK özerkleşecekse, yurtdışından, alanında uzman 7 Kıbrıslı Türkü çağıralım ve patronaja karşı ilk pilot kurum olarak KIB-TEK’i özerkleştirelim.

Şimdi Baker’i bir daha okuyalım. Ne diyordu Baker? “…İktidarın “hukuki form” ile karıştırılmasının sonuçları tam anlamıyla her yerde felâket olmuştur: Her şeyden önce, “dünyayı dönüştürmek” filan gibi sosyalizm geleneğiyle özdeşleştirilen idealler “eşitlik, temsiliyet, riayet” gibisinden hukuksal kategoriler içinde yeniden yorumlanarak, bunlardan “örgütlenme kuralları” ve “ilkeleri” çıkarılır. Ardından gerçek anlamda “faal” olan insanlar, hukuki özneler ve “aidiyetler” bakımından yeniden tanımlanır, böylece kimlik kazanırlar. Bütün bunların ardında, denetimsiz, coşkulu, kaypak “reel” ilişkiler içinde çıkar mücadeleleri ve kişisel kavgalar yürütülür”.

KKTC’deki bizim devletin, bizim patronaj sağının ve solunun nasıl örgütlendiğinden bahsetmiyor mu sevgili Ulus?
Not: Bu yazının ikinci ve üçüncü bölümünü seçim sonrasında yeni öneriler sunarak yayınlayacağım.