Zaman zaman Kıbrıs Türklerinin Kıbrıs mücadelesinde büyük başarı gösterdiklerine tanık
oluruz. Bazen ise tam ters bir gelişme olmakta ve Rumlar başarılı olmaktadır.
Türklerin en büyük başarısı 1959 Zürih ve Londra anlaşmaları ile gerçekleşmiştir. Çünkü bu
anlaşmalar Kıbrısta yaşayan iki eşit halk olduğu ilkesine dayanmaktadır. Böylece Zürih ve
Londra anlaşmaları Kıbrısta Türklerin azınlık mı, yoksa eşit iki halktan biri mi olduğu
tartışmasını noktalamıştır.
İki halkın liderleri yani Makarios ve Dr.Küçük anlaşmayı iki eşit lider olarak imzalamışlardır.
Anlaşmaların imzalanmasından sonra kabul edilen1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası da
eşitlik ilkesini benimsemiştir.
1960 Anayasasında Yürütme organında iki halk eşit söz sahibi idi. Yürütme organının
başında Rum Cumhurbaşkanı vardı onun Muavini ise Türktü . Cumhurbaşkanı ile
yardımcısının bir birlerinin kararlarını veto etme hakları vardı. Yani devleti anlaşarak
yöneteceklerdi. Anlaşamamaları halinde birisinin tek başına hareket etme olanağı yoktu.
Yasama eşitti. Çünkü yasaların yürürlüğe girebilmesi için Türk ve Rum milletvekillerinin
ayrı ayrı o yasayı kabul etmeleri gerekiyordu. Yargı eşitti çünkü yargının başına yabancı
Alman bir hukukçu getirilmişti. Ona biri Türk diğeri Rum iki yardımcı atanmıştı.
Özetle Kıbrıs Cumhuriyeti iki halkın eşit koşullarda kurdukları ve birlikte yönetmeyi kabul
ettikleri bir devlet idi.
1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası ile Kıbrıs Türkleri eşitlik olan hedeflerine ulaşmış
oluyorlardı. İki halk iç içe yaşamaktaydı. Ancak eşitlik yasal olarak sağlanmıştı. Bu durumdan
Türkler memnun iken Rumlar şikayetçi idiler ve bu nedenle 1963 yılında Anayasada bulunan
eşitlikle ilgili maddeleri iptal etmek için girişimde bulundular. Anayasanın 13 maddesinin
değiştirilmesini talep ettiler. Bu talebin Kıbrıs Türkleri ve Türkiye tarafından kabul
edilmemesi üzerine Türk kesimlerine karşı silahlı saldırıya geçtiler. Anayasal düzeni zorla
değiştirmek ve Kıbrıs Türklerine karşı etnik temizlik uygulamak istediler. Anavatan
Türkiyenin buna izin vermeyeceğini tahmin edemediler.
21 Aralık 1963 de başlayan gerginlik ve çatışma ortamı 1974 de kadar devam etti. 15
Temmuz 1974 de Rumlar son darbeyi vurmak istediler. Türkiye, uluslar arası anlaşmalara
dayanan haklı tepkisini gösterdi ve mutlu Barış Harekatı gerçekleşti. Harekattan sonra nüfus
8
mübadelesi oldu ve iki halk kendi bölgelerinde kendi kendilerini yöneterek yaşamaya
başladılar.
KKTC nin tanıtımında yetersiz kalınması
1974 de Kıbrıs Türkleri eşitlik olan amaçlarına fiilen kavuşmuş oldular. 1960 Anayasası ile
eşitliği yasal olarak sağlamışlardı. 1974 de ise ayrı devlet kurarak fiili eşitliği sağladılar. Bu
durumda Türklerin bir adım daha atarak bu eşitliği uluslararası hukukun kabul edeceği bir
çerçeveye oturtması gerekiyordu. Bu da KKTC yi Rum Yönetimi ölçüsünde tanıtmakla
mümkün olabilirdi.
Ancak inanılmaz bir gelişme oldu. Türkler eşitliklerini uluslararası hukuka uygun hale
getirmek için hiç bir şey yapmazken Rum kesimi büyük bir mücadeleye girdi. Uluslararası
alanda tüm Kıbrısın kendilerine ait olduğunu ve Türkiyenin haksız olarak kuzeyi işgal ettiğini
anlatmaya başladılar. Böylece Kıbrısta iki eşit halk olmadığını kanıtlamaya çalıştılar.
Rumlar bu mücadelelerinde çok başarılı oldular. Deyim yerindeyse Türkler fiili eşitliği
sağlarken, Rumlar da uluslararası alanda yasal eşitsizliği sağladılar. Şu anda karşı karşıya
olduğumuz tablo budur. Rum Yönetimi tanınmış AB ye girmiş, uluslar arası anlaşmalar
yapmış, dünya devletlerinin onayladığı Münhasır Ekonomik Bölgesini ilan etmiştir. Bunun
yanı sıra tüm dünyanın belleğine KKTC nin yasal bir devlet olmadığı ve Kuzey Kıbrısın
Türkiyenin haksız yere işgal ettiği bir bölge olduğu bilincini yerleştirmiştir.
Kıbrısta Türkler tamamen haklıydı çünkü ortak devleti yıkan Rumlardı. 15 Temmuz 74 de
Kıbrısı Yunanistan bağlama girişiminde bulunmuşlardı. Hukuk ilkelerine göre KKTC nin
Rum Yönetiminden daha yasal olması gerekiyordu. Hiç değilse Rum devletinin uluslararası
alanda tanınmışlığı ölçüsünde Kıbrıs Türk devleti de tanınmalıydı. Ne var ki 1960 da büyük
bir diplomatik zafer kazanan, 1960 Anayasası ile eşitlik ilkesini yasal hale getiren ve 1974 de
fiili eşitliği sağlayan Türk tarafı 1974 den sonra uluslar arası alanda eşitliği koruyamadı. Ayrı
bir devlet olarak tanınmayı talep etmedi. Eşitlik için gerekli olan hiçbir şey yapmadı. Buna
karşılık Rumlar yüz yıl önce başlattıkları mücadeleye daha da hız vererek devam
etmektedirler.
KKTC Anayasasına göre KKTC bağımsız bir devlettir. Ancak böyle bir devlet olmanın
gereğini yerine getirerek tanınma talep etmemiştir. Bu durumda Kuzey Kıbrısta yarım kalan
bir devlet oluşumu olduğunu söyleyebiliriz. Belki Türk tarafı, KKTC yi uluslararası alanda
tanıtmanın zahmetine katlanmak istemedi. Halbuki bunu yapsaydı ve KKTC hiç değilse
dünya devletlerinin bir bölümü tarafından tanınsaydı, hidrokarbon konusu tüm dünyada çok
daha farklı değerlendirilecekti. O zaman KKTC nin kendisine ait bir Kıta Sahanlığı olduğu
kabul edilecekti. KKTC nin Kıta Sahanlığı üzerine Rum yönetimi Münhasır Ekonomik Bölge
ilan edemeyecekti.
Türkiyenin tepkisi
Tarafsız bir değerlendirme yaptığımız zaman Kıbrısta, kendi lehinde yasal durum oluşturmak
için her fırsatı değerlendiren ve bunun için yoğun tanıtım yapan Rum tarafı bulunduğunu,
buna karşı Türklerin çok pasif kaldığını görürüz. Böylece Rumlar dünya kamu oyunun
onayladığı bir ortam yaratmaktadır. Büyük bir haksızlığın gerçekleşmekte olduğunu gören
Türkiye ise bir noktada harekete geçmek zorunda kalmakta ve tepki göstermektedir. Türkiye
bakıyor ki tüm Ege, Yunanistanın Kıta Sahanlığı diğer bir deyimle Yunan gölü olmak üzere.
9
Yunanistan son kayalığı da almaya çalışıyor. Tepki göstermek zorunda kalıyor ve Kardak
krizi gerçekleşiyor.
Kıbrısta ise Rum Yöntemi KKTC diye bir devlet olmadığını, Kıbrıs çevresinin Rum
Yönetiminin Kıta Sahanlığı olduğunu dünya devletlerine kabul ettirmiş. Son anda KKTC ile
Türkiye arasında Kıta Sahanlığı anlaşması yapılıyor. Oluşumunu tamamlamamış bir devletle
orayı işgal etmekle itham edilen bir devlet arasında yapılan bu anlaşma dünya kamu oyu
tarafından benimsenir mi?
Türkiyenin güçlü bir devlet olduğunu ve Rumların kendi lehlerine oluşturdukları yasal
ortamın Türkiyeyi etkilemeyeceğini düşünebiliriz. Ne var ki hidrokarbon konusunda Türkler
tamamen haklıdır. Hukuk ilkelerinde hareket edince ve tarafsız bir değerlendirme yapınca
Egede Türkiyenin, Kıbrısta KKTC nin haklı olduğunu görürüz. Bu hakların korunması için
zor kullanmaya ve büyük kayıplar vermeye gerek olmamalıdır.
Uluslararası örgütler yayınladıkları haritalarda tüm Egenin Yunanistanın Kıta Sahanlığı
olduğunu belirtiyorlar. Kıbrısta ise Kıbrısın tüm çevresinin Rum Yönetimine ait Kıta
Sahanlığı olduğunu gösteriyorlar. Bu çevrelerin Rum sempatizanı olduğunu ve Türklere karşı
diskrimnasyon yaptıklarını düşünebiliriz. Ancak bu düşünce kısmen doğrudur. Gerçekte
büyük bir kesim Rumların yıllar süren bitmez tükenmez tanıtım ve hukuk oluşturma
gayretlerinden etkilendikleri için böyle düşünmektedirler. Uluslararası şirketler de bunu
dikkate alarak hareket etmektedirler.
Kuşku yok ki uluslararası şirketler kendi çıkarlarını düşünerek hareket edeceklerdir . Ancak
Rum Yönetiminin oluşturduğu ve dünyaya kabul ettirdiği ortam onları yönlendirmektedir.
Böylece Kıbrıs çevresinde durum geriye dönülmez bir noktaya doğru gitmektedir. Bu noktaya
zamanında yapılması gerekenleri yapmadığımız için gelmiş bulunuyoruz. Böyle bir ortamı
değiştirmek için büyük çaba harcamak ve fedakarlıkta bulunmak gerekebilir.