Son bir aylık gazete manşetlerini arşivlerinden kontrol ederseniz sosyal hizmet politikalarının iflas ettiğini ve asgari yaşam standardını koruyamayan, elektriği kesilen ya da çocuğunu tedavi ettiremediği için feryat eden vatandaşların haberleriyle karşılaşacaksınız. Ayni durum televizyon kanallarımızdaki programlar için de geçerli. Canlı yayına bağlanan ve isyan eden insanların çığlığını kimseler duymuyor. Hatta artık medya sosyal hizmetlerin yapamadığını yerine getirip devletin yasa ve kurumlarına ulaşamayan insanlar için yardım toplama misyonunu üstlenir hale geldi. Devletin eli herkese uzanması gerekirken kopuk kalıyor işte! Ekonomik olarak zorda olan bir devleti yönetmeye talip olanlar ülkelerini çok sevdikleri için başa gelmiyorlar mı? Neden kendilerinden başlayarak maaş indirimine ve tasarruf yoluna gitmiyorlar öncelikli olarak? Asgari ücret alarak bir vekil ya da bakan ülkesini yönetemezse bir aile nasıl geçinebilir ki? Yaşananlar 30. Yaşını kutlayan devlet için büyük bir utanç kaynağı olması gerekirken toplumla alay edercesine jetlerin gösterisine, havai fişeklere ve resepsiyonlara şahit oluyoruz. Onca masraf bir yana allı pullu sözler 15 Kasımda söylenince gerçek oluyormuş gibi… Sanki halka “Oldu kutladık başımız göğe erdi artık kutlamaların ardından lağım çukurumuza geri dönebiliriz” dercesine…

Basın bir taraftan aç, evsiz insanların haberlerini ön sayfaya taşırken diğer taraftan da 30. Yıla ilişkin süslü cümleleri iliştiriyor sayfanın bir köşesine. Sosyal şizofreninin kanıtı sanki, tuhaf bir ironi. Bu haberleri yaparken insanları deşifre etmemeye çalışan basın yayın organları olduğu gibi açıkça yüzünü, adresini ve ismini yayınlayanlar da var. Tiraj kaygısı çok açık. Belli ki evladı için çırpınan bir babanın veya yavrusunu arayan annenin görseli haberi daha da okunur ya da tıklanır kılacak mantığı var. Öylesine mütecaviz olanlar var ki sorgusuz sualsiz kişisel sosyal paylaşım sitesindeki resimleri alıp döşüyorlar haberi. Gazeteleri günü geçince bir köşeye fırlatıp atıyoruz ancak internetteki haber sitelerine yansıyan haberler ve resimler dünya döndükçe orada kalacaklar. Hayatlarının her evresinde internet üzerinden kalıcı olan haberler karşısına çıkacak bu insanların. En basiti bir iş başvurusunda tanıyacak birileri, eli boş dönecekler kapıdan. O çocuklar büyüyecek, belki çok önemli yerlere gelecekler veya büyürken okul arkadaşları soracak onlara “Senin başına neler gelmiş?” diye. Ömür boyunca taşımak zorunda kalacaklar yapıştırılan etiketi.

Sosyal politika şemsiyemiz parçalanmış ve altında yaşayanlar her türlü riske açık hale gelmiş durumda. Diğer bir çok alanda olduğu gibi vatandaş basını sığınacak bir liman olarak görüyor. Evet doğrudur bu ülkedeki yöneticilerin çoğu insanca tepkiler verebilmesi açısından koltuk titretme dediğimiz olayı yaşamalı. Bunu yapabilmenin en etkili yolu basın yolu ile başarısız bir yönetici olduğunun hissettirilmesidir. Ancak farkındaysanız artık vatandaşla ilgili sorunlardan ziyade odaklanılan konu ekonomik olarak ayakta durmak, maaşları gününde ödemek ve 30 yaşında gencecik olması gerekirken içini çürüttüğümüz bir sistemi ayakta tutmaya çalışmaktır. Yaşanan toplumsal sorunlar karşısında kıvırmak, görmezden gelmek ve vatandaşı yok saymanın sonucunda devlete ve kurumlarına büyük bir hınç kültürü gelişmiş durumda. Uyarmakta fayda var, gelişen hınç kültürünün bir sonraki aşaması linç kültürü olacak ve siyasiler sokağa çıkamaz hale gelecektir. Devlet sosyal hizmetlerin görevini basına devretmek yerine en kısa sürede çözüm odaklı sosyal hizmet politikalarını geliştirmeli ve sosyal filtreleri oluşturarak sosyal devlet anlayışının sorumluluğunu yerine getirmelidir.