İngilizce’ye kim bilir hangi kültürün yansıması olarak geçmiş bir söz vardır: “Bir çocuğun büyümesini sağlayan bütün köydür”. İnsanı yetiştiren içinde yaşadığı sosyal ortamdır ve en yakından en uzağa çocukları çevreleyen insanların onların yetişmesinde rolü vardır. Bir toplumun çocuklarının hakları çerçevesinde yetişebilmesi anne babalarının ötesindedir ve diğer kişilerin “bananeciliğini” kaldıramayacak kadar önemli ve toplumsaldır. Aslında toplumsal olan aynı zamanda her zaman biraz da bencildir. Toplum zarar gördüğünde bizler de bireyler olarak zarar görürüz. Yani aslında en çok kendimizi seviyorsak da bananeci olmamamız gerekmektedir. 11 yaşında bira içmeye teşvik edilen bir çocuğun, düzenli aralıklarla alkol verilmesinin sonucu 18’ine geldiğinde alkol bağımlısı bir bedendir. Ülkemizde yetişkinlerin aymaz bir şekilde “ben içince daha dikkatli araba kullanırım” dediği bir ortamda yaşıyoruz. Dönüşümlü olarak arkadaşlar arasında bir kişinin içki içmeden sürücü sorumluluğunu alacağı ya da eve taksiyle gidilecek bir kültürü oturtmak şöyle dursun “o bu ülkede olamaz, unut onu” denildiğine göre küçük yaşta alkole alıştırılmış çocuğun, alkol etkisi altında araba da süreceğini görebilmek için kâhin olmaya gerek yoktur. Çocuk yaşta alkole alıştırılmış genç, direksiyon hâkimiyetini kaybettiğinde, el bebek gül bebek büyüttüğünüz çocuğunuzu ezip geçtiğinde “ahbabımdır, arkadaşımdır, iyi adamdır, büyütmeye gerek yok, alt tarafı bir yudum içivermiş, kapatalım gitsin” diyen tüm yetkili kademeleri görmeyecek miyiz? “Anası babası düşünsün, alkol içmesini kontrol etsin” diyen işletme sahibi olarak, anasının babasının düşünmediği çocuk sizin çocuğunuzu arabayla çarparak öldürdüğünde kendinizde bir suç bulmayacak mısınız? Alkol almasına ailesinin ses çıkarmadığı bir arkadaşından etkilenerek alkol komasına giren çocuğunuzun başında beklerken “bu ailevi bir meseledir, babaların çocukları ile ilişkisine karışılmaz” diyerek yıllar içerisinde suç olan bir davranışa sessiz kaldığınız için başınıza bunların geldiğini görebilecek misiniz?
İnsanların değer sistemlerine karışamayız. Çocuklarına hangi dini inancı verdiklerine, hangi değer yargıları ile büyüttüklerine, hangi ideolojiyle büyüttüklerine karışamayız. Dayak, sözlü şiddet, sigara ve alkol içirmek, yanlarında sigara içmek, cinsel, duygusal ve fiziksel saldırıda bulunmak değer değildir. Bunlar insan haklarını ihlal eden meselelerdir, ailevi ve “özel” meseleler değildir. Çocuklar korunmaya muhtaç henüz kendi haklarını arayamayan bireylerdir. Onları korumak sosyal sorumluluğumuzdur.
Sosyal sorumluluğu yerine getirmek bu ülkede henüz kolay bir iş değildir. Ödüllendirilmeyi bir kenara bırakın “cadaloz, dırdırcı, onun bunun işine karışan kavgacı karı/herif” olarak damgalanabilirsiniz. Her adımında sorunlar vardır sosyal sorumluluk sahibi olmaya çalışmanın. Anne-babaları küçük çocukları gözetimsiz kamusal alanda yalnız bıraktıklarında, çocuklarına vurduklarında, içki-sigara satın aldırdıklarında, içki içirdiklerinde polise şikâyet etmenin aklımıza gelmemesi sorunun birinci adımıdır. Bunu yaptığımızda polisin tutanak tutmaması ya da tuttuktan sonra olayı sosyal hizmetlere aktarmaması, maddi ceza kesmemesi, adalete sevk etmemesi sorunun ikinci adımıdır. Ama bu sorunların olması demek vazgeçmek anlamına gelmemelidir.
Bizlerin durmadan, dinlenmeden ve en önemlisi yılmadan taleplerimizi ortaya koymamız ve devleti çocuklarını ve mağdur edilen gruplarını koruma görevine sürekli çağırmamız gerekmektedir. Bu yönde sosyal politikalar üretilmediğinde, bunu bir sorun haline getirmeliyiz. Bilinç hem vatandaş olarak yaşarken hem de resmi görevlerimizi yaparken sahip olmamız gereken bir şeydir. Haklarımızın, sorumluluklarımızın ve görevlerimizin sınırlarını bilmek durumundayız.
Sürekli devleti dönüştürmekten söz ediyoruz. Sürekli haklarımızı çiğneyen bir devlet istemediğimizi sokaklarda haykırıyoruz. Hakları çiğnenen çocuklarımızın emniyet kemersiz arabalarda gitmesini dert etmiyoruz ama. Vatandaş devleti dönüştürebilir. Artık siyasi partilerimiz o görevi üstlenmek istemediklerine göre devleti dönüştürmek vatandaşlar olarak her günkü uygulamalarımızla bize düşmektedir. “Nasıl bir devlet?” sorusunun cevabı “adaletli, mağdurun haklarını gözeten ve ezilmesinin önüne geçen bir devlet” ise, hepimiz, o devlet mağdurları koruyana dek sesimizi yükseltmeliyiz. “İçinde yaşadığımız toplumda çocuklara sahip çıkan bir devlet istiyoruz” diye düşünmeli ve bunu taleplerimizle hayata geçirmeliyiz.
Çocuklarına sahip çıkan bir toplum, sağlıklı, mutlu, haklarından haberdar ve sosyal bilinci yüksek bir nesil yaratır. Böyle bir nesil sizce ülkesinin bağımsızlığını statü, mevki, para ve çıkar için başkalarına teslim eder mi? Herkes “ne yapmalıyız” diye soruyor, cevabı çok basit: Çocuklarımızı özgür beyinler olarak büyütmek için sorgulayıcı olmalarını teşvik etmemiz gereklidir. Alkol, uyuşturucu, kumar ve şiddet bağımlılığı özgür düşüncenin önündeki en büyük engellerden bir kaçıdır. Alkol, uyuşturucu, kumar ve şiddetten çocukları uzak büyütmenin, evde verdiğimiz alışkanlıklardan başladığını sürekli kendimize hatırlatırsak, bilinçli çocuk büyütmek için konuşursak, sorarsak, okursak, öğrenirsek, hatalarımızdan ders çıkarırsak ve onları tekrar etmezsek ancak dönüşümün parçası olabiliriz. Başka ülkelerden gelen insanlara aşağılayıcı sıfatlar takmazsak, çocuklarımıza bu sıfatları öğretmezsek bireye saygıyı her yaştaki insanın bakışında normalleştirebiliriz. Başka gruptan insanlara küfür etmezsek, onlarla ilgili küçük düşürücü fıkra anlatmazsak, öfke ve nefret aşılamazsak haklara saygıyı içselleştirebiliriz. Kadınlarla erkeklerin eşit haklardan yararlanmadığını gördüğümüzde sesimizi çıkarırsak ancak herkesin haklarına saygılı olabiliriz. İşe alma ilanlarında “erkek olması” şartlardan biri olduğunda bununla ilgili bir şikâyet mektubu yazarsak, üst komşumuzun karısına dayak attığını duyduğunuzda polise telefon açarsak, engelli bireylerin yerine park etmezsek, çocuklarımızın birbirine “özürlü” diye hakaret etmesini sorun edersek, kimseye “sakat, özürlü” diye kendimiz de küfür etmezsek, oğlan çocuklarımızı “erkek” olsunlar diye kadın ticaret yapılan yerlere götürmezsek ve kendimiz de gitmez, gideni de hoş karşılamazsak her gün bireylerin haklarına saygıyı fiilen hayata geçirmeye başlarız.
Haklarını her günkü yaşam alanında arayabilen bireylerden oluşan bir toplum, politik olarak kendisini kolonize eden, tahakküm kuran, baskı altına alan ve ezen kendi politik elitlerine de başka devletlere de dur deme yetisini geliştirir. Bunu geliştirmek için çalışmayan toplumlar, bir tahakküm sisteminden başka bir tahakküm sistemine, bir devletin baskısından başka bir devletin baskısına tabi kalmaktan kurtulamaz.
Çocuklarımızı malımız görürsek hepimiz birilerinin malı olmayı da kabul ederiz demektir. Çocuklarımız insandır. Hakları olan bireylerdir. Bağımsızlığımızın bir yolu da çocuklarımızı birey olarak görmekten geçmektedir.