Bundan önceki üç yazıda çocuklarımızı “malımız” gibi değerlendirdiğimizi, insan hakları olan bireyler gömediğimizi iddia ettim ve örnekleri ile toplumumuzda çocukların yaşadıkları basit gibi görünen ama çok ciddi boyutlara ulaşabilen sorunları irdeledim. Bu yazılarda önemle vurgulamaya çalıştığım noktalardan bir tanesi, polisten, işletme sahiplerine, anne-babalara kadar herkesin çocukların bütün sorumluluğunu anne babalarında görmektir. Bu sorunlu bir durumdur çünkü şanssız bir şekilde anne babası kendisine iyi bakamayan çocuklar kötü muamele görmekte, kendilerinin yararına olan şeyleri bilemedikleri için zararlı şeyler yapabilmekte ya da tehlikeli durumlara düşebilmektedirler. Hiçbirimizin düşünmek istemediği gerçek ise içinde yaşadığımız toplumdaki çocukların hepimizin sorumluluğunda olduğudur. Nasıl alışveriş merkezinde annesini kaybetmiş 3 yaşında bir çocuğu yüzüstü bırakamazsak, 16 yaşında araba kullanan, içki içen, 10 yaşında sigara satın alan bir çocuğu da yüzüstü bırakamayız.
Çocuklar korumaya muhtaçtır, annelerinin babalarının onları en iyi ve en bilinçli şekilde koruyabilmeleri arzulanan durumdur. Ancak anne babalar bunu yapamadıkları anda sosyal hizmet uzmanlarının konuya dahil olup ailelerle düzenli bir iletişime geçmesi bir zorunluluktur. Bu zorunluluğu yerine getirmek için hepimiz sosyal bilinci yüksek vatandaşlar olarak çocuklarımıza sahip çıkmak, alkol aldıklarında, sigara satın aldıklarında polise haber vermek durumundayız. Babaları anneleri alkol içirirse, döverse, polisi aramamız, şikâyet etmemiz gerekmektedir. Polisin de “bunlar önemsiz meselelerdir” demeden yasanın öngördüğü şekilde meseleyi sosyal hizmetlere sevk etmesi gerekmektedir. Sosyal hizmet uzmanları aile fertleri arasındaki sağlıklı iletişimi kurmak, aileleri bilinçlendirmek, kabul edilemeyecek davranışlar konusunda bilgilendirmek ve gereken şekilde çocukların bakımının sağlandığından emin olmak görevini üstlenmek zorundadırlar. Bu kuralların hepsi orta ve üst orta sınıftaki aileler için de geçerli olmalıdır.
“Kıbrıslıların çocuklarını çok sevdiği” inancı yanlışlarımıza gözümüzü kapatmamıza yol açtığı için sevginin yeterli olmadığı, bilinçlenmenin ve doğru davranmanın sevgiyle birleştirilmesi gerektiğini artık sürekli hem kendimize hem çevremizdekilere tekrarlamalıyız.
Tepkisel bir şekilde yanlışımız işaret edildiğinde grurumuzu kurtarmak derdine düşmeden bir adım geriye çekilip kendimize bir ayna tutmalıyız. Yanlış yapmak insana özgüdür, ama o yanlışların farkına varmayı reddedmek suçtur. Çocuklarımıza bizim illa ki hep doğruyu bildiğimizi, hiç hata yapmadığımızı düşündürtmek gibi bir derdimiz olmamalıdır. Tam tersine, insan olduğumuzu, hata yapabileceğimizi açıkça ortaya koymalıyız, yanlışlarımızı fark ettiğimizde özür dilemeli ve kendimizi değiştirmeliyiz ki onlara da hatalarını inkâr etmek yerine düzeltmek imkânını verebilelim. Nasıl olsa eninde sonunda bizim herşeye muktedir süper kahramanlar olmadığımızı ve insan olduğumuzu fark edecekler. Bunu erkenden bilirlerse sorgulamayı da öğrenirler. Onlara güçlü mantıklar aşılarsak bizi sorguladıklarında doğru müdahalelerimizi kabul etmeleri kolaylaşır. Sorgulamayı öğretirsek, çevrelerinde kendilerine zarar verecek telkinlerde bulunanların peşinden gitmemeyi öğrenebilirler. Çocuğuna kendi hataları olmadığını telkin eden, içki içmesini telkin eden, ardından da o çocuğun arkasına saklanarak “benden iznsiz bir yudum içti” diyebilen bir babanın çocuğu sizce alkol almış arkadaşının arabasına binmemek konusunda ne kadar direnç gösterebilir? Sizce çevrenizdeki çocukların kaç tanesi arkadaşlarının telkinine cevap vermeden ehliyetsiz araba süren bir arkadaşının arabasına binmeyi reddedebilir? Kaçı “arkadaş baskısının” üstesinden gelebilecek yeti verilerek büyütülmektedir?
Çocuklarımızın bizim insan olduğumuzu bilmeleri, hata yapabileceğimizi bilmeleri, bizden özür duymaları onların gözündeki otoritemizi düşürmez, tam tersine bize olan güvenlerini artırır ve en büyük hatalarını bile bizimle paylaşarak çarelerini arama noktasına onları götürebilir. Hatasız olan (!) annelerin babaların çocukları, kendilerini de hep hatasız görür.
Bir başka açıdan soruyu yöneltirsek, kaçımız çocuklarımıza hatalarının sonuçlarıyla yüzleşme sorumluluğunu veriyoruz? Yıl boyu çalış dedikten sonra sınıfta kalmalarına ve bunun sonucuna katlanmalarına fırsat veriyor muyuz, yoksa öğretmen ve müdürle konuşup sınıf atlatıyor muyuz? Alkol aldığ için kaza yaptıklarında kaçımız ehliyetlerinin ellerinden alınmasını kabul ediyoruz? Kaçımız bir “tanıdık” bularak bu çocukları bu hatanın sonuçlarına katlanmaktan sıyırıp alıyoruz sorumlulukla hesap vermelerine engel olarak? Bunu yaptıktan sonra kaçımız “sorumsuz bir millet” olduğumuzdan yakınıyoruz?
Buraya kadar sadece ve sadece çocukların birey olarak haklarını tanıyıp, birey olarak onlara yardım elimizi uzatma ve gerektiğinde de sorumluluk alabilmelerini öğretme gerekliliğinden bahsettim. Bir insanın hakları çiğnenirken, hayatı tehlikeye atılırken “bananecilik” yapmak insan onuruna yakışmayacağı için dur dememiz gerekmektedir. Ancak konu burada da bitmemektedir. Toplumsal olarak da dur demek, sessiz kalmamak gerekmektedir. İnsanlar içinde yaşadıkları toplumlarda domino etkisi yaratır. Toplumun içindeki bireyler toplum tarafından dışlanır, boş verilir, bağlantısız kabul edilirse, sonucunda bütün toplum zarar görür, kırılgan hale gelir, zayıflar. Toplumun neden hep birlikte çocuklarına sahip çıkması gerektiğini bir sonraki yazıda ele alacağım.