Bugün Bianet’te yayınlanan Nilay Vardar imzalı bir haberde, Türkiye’deki Romanların sorunları Edirne’de yapılan Trakya Buluşması’ndaki tartışmalara değinilerek aktarılıyor.
Türkiye’de Romanlara krediyle satılan toplu konutların sayısının toplamda 78 bini bulması planlanıyor. Gelin görün ki Türkiye’de yaşadıkları ayrımcılıklardan ötürü Romanlar iş bulamıyor ve yerleştikleri TOKİ evlerinin taksitlerini ödeyemiyor.
Trakya Buluşması’nda konuşan Edirne Roman Derneği (EDROM) Proje Koordinatörü Figen Kelemer, “Eve taşınıyorlar ancak elektrik ve su bağlatamadıkları için mumla yaşıyorlar. 5. katta at besleyen aileler gördük. Çünkü tek geçim kaynakları at arabacılığı ile hurdacılık yapmak, siz bu evlerde ahır yapmazsanız hayvanı koyacak başka bir yer bulamaz. Müzisyenlik yapanlar provayı apartman dairesinde yapamıyor. Yani yaşam koşulları düşünülmeden TOKİ evlerine yerleşmeleri sorunlar yaratıyor. Üstelik borçlarını da istihdam yaratılmadığı için ödeyemiyorlar” diyor.
Velhasıl Romanlara istihdam alanları yaratmadan krediyle toplu konut satmak sorunlara yenilerini ekliyor. Haberi okuduğumda Türkiye’den Ada’ya gelecek suyun da farklı bir bağlamda benzer problemler yaratacağını düşünmeden edemedim.
Teknolojik yeniliklerin sadece bir kısmını kullanan ve sağlıklı tarımsal ürün üretmemekle eleştirilen tarım sektörü suyun geçeceği bölgelerde ne üreteceğini henüz bilmiyor. Altyapıya kaynak bulamayan, yeni tarımsal yatırımlar için bütçesinde para olmayan, uluslararası pazarlarla rekabet etmekte ciddi sorunlar yaşayan üreticiye ‘alın size su’ demek; uğradıkları ayrımcılıklar nedeniyle Türkiye piyasasında iş bulamayan Romanlara ‘alın size ucuza ev’ demeye benziyor.
Suyun gelmesi olumlu bir gelişme şüphesiz fakat yerli yatırımcısının dış pazarlara satacak standartlarda mahsul üretemediği bir ülkeye geliyor su… Tarımsal ürünler Türkiye gümrük kapılarından içerdikleri kimyasal ilaç kalıntıları nedeniyle geri gönderiliyor. İnsanımız bazı yerel üreticilerin hormonseverliğine ve kimyasal düşkünlüğüne tepki olarak yerel üretim sebze ve meyvelerin tümüne kuşkuyla yaklaşıyor. Tüketici domates üzerinde leke görse hormondan; salatalığın tadını beğenmese kimyasal ilaç kalıntısından ileri geldiğine dair neredeyse peşin hüküm veriyor.
Apartmanın 5. katında at besleyen Roman’la, ürettiğine eğitimsizliğinden hormonu dayayan bazı üreticilerimiz aynı kaderi paylaşıyor.
Devletler gerekli planlamayı ve denetimleri yapmadıkları müddetçe insanlar alışageldikleri geleneksel yaşam biçimlerinden ve standart dışı üretim metotlarından ya olanaksızlıklarından ya da kötü niyetlerinden ödün vermezler…