Uçuruma taş atmak ve Havadis gerçekleri

Bu Havadis ekibi çok enteresan. ‘Üst düzey bir köşe yazarı’ olarak, ilişkimi tepe yöneticiler düzeyinde sürdürüyorum haliyle. En üst düzey yönetim kadrosu ile yıllar itibarı ile kurduğumuz diyalog ve ilişki biçimi, hakkımda sürekli “vazgeçen adam” imajı edinmelerine vesile olan bazı ip uçları barındırıyor anladığım kadarıyla.

Birkaç defadır kusurlarını falan söylüyorum çok bilmiş edasıyla, hakikaten ciddiye alıyorlar. Öyle afra tafra falan yapmıyorlar ilginç bir şekilde. Halbuki “sen bilmez, anlamaz, karışamazsın” replikleri bekliyorum, bir türlü olmuyor. Ego falan ölmüş buralarda!

Üst yönetimle olan diyaloğumuzun geldiği düzeyin hasılaları, Kıbrıstürk basınının tarihi açısından çok vaatkâr.

Şimdi laf aramızda kalmak kaydıyla bazı hususlara açıklık getirmem gerekiyor. Havadis tepe yöneticileri ile hukukumuz eski devirlere uzanır. Hatta ortada Havadis falan da yoktu o devirlerde. Dün gibi hatırlarım, gazetenin adını ilk söylediklerinde DÜNYA olsa daha iyi olur demiştim. Havadis adını pek bir yerli, pek bir demode bulmuş, Kıbrıslıtürklerin ihtiyacının yerelliği aştığını falan anlatmıştım. Dinlemediler. Zaten adını koymuşlardı halihazırda, yoksa kaale alarlardı şüphesiz!

Fikirlerim değerlidir, lakin piyasada karşılığı takdirin ötesine geçebilmiş değil hattı zatında. Zamanla bu sorunun kendiliğinden çözüleceği beklentimin çok da akıllıca olmadığını düşünmeye başlamış bulunmaktayım.

Mesela bir yakın dostum arıyor “kartvizit basıyor musunuz” diye soruyor. Bir diğeri “abi reklam işi de yapıyor musun” diye sual eyliyor. “Üniversitedeymişsin” diye soru eki vurgusu yerine yeni öğrenmişlik nidasını ikame edenler oluyor.

Onlarca örnek var 15 yılı aşkındır iştigal ettiğim işlerle alakalı böyle. Kimisi köşe yazarı, kimisi radyocu, kimisi matbaacı, kimisi reklamcı, bir kısmı halka ilişkilerci falan sanıyor. Mesela memleketin önemli ticari işletmelerinden birinin genel müdürü, reklam işleri için aramak istediğini, lakin çekindiğini ifade buyurdular. Bir diğeri bizimki çapında bir matbaada, kendi orta tirajlı işlerinin basılmasını arzu etmesinin mahcubiyet vesilesi olabileceğinden endişeli olduğunu söyledi. Hiç unutmam, gazete yayın komisyonu ile çalışan sistemi bilmesine rağmen, reklam kampanyası için çalışmamız durumunda kreatif ücretimi ödemenin boyunu aştığı korkusuna kapılanlar da oldu bir dönem.

Neyse, konu bu değil. Mesele, Havadis gerçekleri. Ana mevzuya dönelim izin verirseniz.

Başka bir şey
Gazetecilerin gazetesi diye çıkılan yol ilginç bir deneyim. Geçtiğimiz akşam sohbetlerinden birinde kendilerine de ifade ettiğim üzere, ülke gündemiyle ilgili kuru, ruhsuz, profesyonel edalı teknik gazetecilik yerine başka bir şey var Havadis’te. Bu şey pejoratif anlamda bir amatörlük değil, aksine içinde insan ve duygu olan, zaman zaman öfke, zaman zaman heyecan olan çok insani bir şey. “Kıymet verdiğim en önemli sermaye budur gazetecilik açısından” fikrimi kısık sesle fısıldadım; ondan bir de yazmak istedim ki kayıtlara geçsin.

Gazeteciliğin “profesyonel teknik bir zanaata” indirgenerek insani hallerin alandan kovulması, Kıbrıstürk basını için çok üzücü bir vaziyettir. Genel için diyorum ki istisnalar kaideyi teyit eder bilirsiniz.

O onu dediydi, bu bunu dediydi resmiyeti içindeki davullu tellallar gibi seçkinlerle sembolik seçkinlerin durum tanımını yeniden üretmek, çığırtkanlık yapmak pek bir modern, pek bir matah sanılıyor, ki üzücüdür bu sanrı…

Karakter izahı
Havadis’in adını vermek istemediğim mümtaz üst tepe yöneticilerinden biriyle yaptığımız kritikte, kişiliğinin, karakterinin, köy çocukluğu bilincinin Havadis’in ruhuna nüfuz ettiğini, bunun da okuyucu açısından enfes bir hâl olduğunu, yüzüne karşı da söylemişliğim var. Bu nokta ehemmiyet arz ediyor. İzah etmeye gayret edeceğim.

Sizi bilmem ama “köy çocukluğu”, “yoksulluk bilinci durumları”, “şehrin olmadığı yerde zaten şehirli olunamayacağını idrak etme vaziyeti” bizler için şimdi başka bir durumdur, çocukken çok başka bir durumdu.

Adını, bile isteye unuttuğum bir eski öğretmen hissettirmişti bana bu duyguyu ilk kez. Ortaköy İlkokulu’nu bitirip ortaokula geçtiğimizde, saç kesimi şehirli, Londra görmüşlükten, özel ders alışlıktan mütevellit aksanıyla İngilizcesi göze çarpan bir sınıf arkadaşımız, o öğretmen için pek bir kıymetliydi. Ona müşfikti. Biz köylülere bakışı, dediğimize dudak büküşü ile şehir bebesine hayranlıkla gözleri parlayarak bakışı arasındaki uçuruma düştü zihnimde, bir daha da çıkamayacağı şekilde hem de. Bilmem anlatabildim mi?

Havadis ile bu uçuruma düşen öğretmen arasında alaka ne biliyor musunuz? Koca bir hiç! Ki bu hiç, taşralılıkla geçiş modernliği arasında debelenen Kıbrıslıtürk için en kıymetli hazinedir. Eğer bir yarın varsa, eğer o yarının kuruluşunda mevcut nesiller olacaksa, uçurumu o kendini beğenmiş öğretmen gibi olan tüm unsurlarla doldurmak birinci vazife olmalıdır.

Muhtaç olduğumuz kudret, “köy çocukluğu samimiyeti”, “yoksulluk bilinci durumları”, “şehrin olmadığı yerde zaten şehirli olunamayacağını idrak etme vaziyeti” ve “kibri kovalayan tevazunun” yüceliğindedir.

Bu fikirlerim uçuşkan olmakla birlikte pek bir tatlıdır. Dedik ya bu Havadis ekibi çok enteresan diye… Hülasa egoları gitmiş. En iyi kanıtı da bu yazıyı bile isteye yayınlamaları olacak zaten.

Egonuza birkaç gün izin verin ve dikkat buyurun, bu ekip çok tatlı şeyler yapıyor çaktırmadan. O uçuruma taş atmak akıl işi mi? “Vazgeçen adam” olarak devam edişime bakılırsa, an itibarı ile evet!