STATÜKOYA MAHKÛM MUYUZ?

Ne oldu?

Ali Pilli’yi Sağlık Bakanlığı’ndan men edip onu görevden alınca hükümetimiz ışıl ışıl mı olacak(tı)?

Yoksa yıllar boyu siyasetin kirlettiği devlet sistemimiz bir anda tüm günahlarından arınacak mı(ydı)?

Çok eskiye gitmeye gerek yok. 1983’ten itibaren bakalım: Yepyeni umutlarla, toplumun kalplerini ve zihinlerini işleyerek, sanki dünyaya meydan okuyup özgürleşecek bir devlet kurulduğu hikayeleriyle Kuzey Kıbrıs Cumhuriyeti’ne bakalım.

Kuranlar dahil, 1983’ten bugüne dek idealler için çalışan toplum ve devlet işleyişinin bizleri daha ileriye taşıyacağı ne yaptık?

Kim ne yaptı?Seçtiklerimiz ne yaptı?

Son tahlilde, içine çektiği her kişiyi kendisine benzeterek kirli damgasını yapıştıran bir sistem kurmadık mı?

Kaç taneaktif politikacı zenginleşmedi? Kaçı balı tuttuğu parmağını yalamayıp paylaşımı seçti. Üstelikkaçı bunu birkaç nesline yettirecek şekilde organize ederek torpil ve partizanlıkla, ahlak ve etiğe sığmayan bir tavırla kendi çıkarlarına hizmet eder hale getirmedi? (Arada birkaç istisna hariç!)

Bunu içtenlikle sorgulayın lütfen!

Kaybedilmiş 20 yıldan sonra Annan Planı gibi bir sürece girilmişti. Annan Planı bizim için sadece müzakereleri sonuçlandıracak bir plan değildi. Bu toplumun yaşadığı zihinsel ve pratiksel dönüşümün dinamizmi için önemli bir süreçti. Sürdürülebilseydi, bu dinamik yapıyı örgütleyenler de siyasetin geleneksel çıkarcılığına kendilerini kaptırmamış veyamahkûm edilmemiş olsalardı, her şey bambaşka olmaz mıydı?

İthal edilen veya zenginleştirilenlerle devletin paylaştırması gereken her türlü hak ve menfaatin, adil ve dengeli bir şekilde anayasamızın emrettiği şekli ile uyumlu olsaydı her şey başka olmaz mıydı?

Para, siyasi erk için gerekli görülüp de zenginlerle siyasilerin arasındaki çıkar ilişkileri beslenmeseydi, bu karmaşaya bir de Türkiye katılmasaydı her şey bambaşka olmaz mıydı?

Biz ne yaptık?

Dönün ve bir bakınn’olur!

O 2003-2005 yılları arasında yaşanan özgürleşme ve ne istediği hususunda da evrensel düşünebilme becerisini topluma hatırlattıktan sonra bunu söndürmek belki de onca senedir yaratılan monarşi benzeri sistemi yeniden dizayn etmenin bir başka türü değil miydi? Ve topluma yapılmış önemli kötülüklerden biri?

Dönemin CTP’si, ardına aldığı rüzgarla birlikte, yandaşlarını siyasi ve ekonomik güç ile eşleştirmeseydi, bir de daha içinde bulunduğumuz dönemde Halkın Partisi’nin söylediği gibi gerçekleri su yüzüne çıkararak kamu vicdanını rahatlatacak işler yapılsaydı şu anda toplum bir bıkkınlık ve öğrenilmiş çaresizlik içinde kalır mıydı?

Ama ne oldu?

“Zaten bir şey olmayacak!”

“Neden aslı dururken taklitlerine oy verelim?”

“Giden aynı gelen aynı!”

“Hiçbir sonuç olmayacak.Gemisini kurtaran kaptandır!” mantalitesi o denli işledi ki iliklerimize şimdi pandemi sürecinde dahi toplumu ve ülkeyi düşünmez olduk!

Herkes kendi çıkarlarını diğerlerine ne olacağını umursamadan yaşar koşulları, diğerlerine rağmen, kendi çıkarları doğrultusunda evriltmeye çalışırken, oy kaygısı içinde olan siyasiler ve partileri de buna ayak uydurmaya çalışarak koltukların sayısını ve adını sabit tutmaya çalışıyorlar.

Bakın artık!

Görün artık!

Konu aslında bir bakan(lık) değil. Hantal ve iki yüzlü sistemimizdir.

Bu hantal sistemi bir başka devletin temsilcisi gelip, sizin için sadece biz çalışıyoruz ve sizin tarafınızda hiçbir şey yapılmıyor şeklinde gözümüzün içine baka baka söyleyebiliyor. Ve ona haksızsın bile diyemiyoruz. Çünkü aslında neler olup bittiğini ve ne yaptığımız çok iyi biliyoruz.

Şu pandemiyle geçirdiğimiz son bir yıl bile, kendi ürettiğimiz, kendi ekonomimiz, kendi işleyiş biçimimiz için harcanacak emeğin biçilmiş kaftanıydı.

Tren gene kaçtı.

Biz ise o kadar yalnızlaştık ki, kişisel varlığımızı korumaktan başka çaremiz olmadığını içselleştirip oracığa mühürlemiş olduk!

Değişim şart.

Değişim için ortak akıl şart.

Ortak akıl, sivilleşmiş bir toplum ve yurtseverlikle ayrılmaz bir bütündür.

İsyanım bunu göz göre göre teğet geçip, klasik STATÜKOyamahkum hissedişimizdir.

Dr. Çiğdem DÜRÜST