ŞEYH NAZIM EFENDİ


Bugün (21 Mayıs Çarşamba) Şeyh Nazım Efendi’nin ebediyete uğurlanışının 15. günü. Şeyh Efendi’nin vefatını Selimiye Camisinin gölgesinde haber alışımın üzerinden tam onbeş gün geçti. Onbeş gün önce yaşadıklarım, benimle Şeyh Efendi arasında yeni bir gönül bağı oluşmasına vesile oldu.

Şeyh Efendi’nin yakını olarak bildiğim, sevgili dostum Okyay SADIKOĞLU ile geçtiğimiz yedi sekiz ay içinde pek çok kez birlikte Şeyh Efendi’yi ziyarete teşebbüs ettik. Belirlediğimiz tarihlerin bazıları bana, bazıları Okyay Bey’e uymadığı, birkaçında da Şeyh Efendi’nin sağlık durumu müsade etmediği için bu ziyaretleri gerçekleştiremedik.

Şeyh Efendi’nin naaşının ikindi namazından sonra kılınacak cenaze namazı için Selimiye Camiine getirileceğini öğrendiğimde, bir türlü gerçekleştiremediğim ziyaret aklıma geldi. Allah kısmet etmediği için ben onun Dergahına ayağına gidememiştim, ama Şeyh Efendi benim bulunduğum yere geliyordu. Bu tesadüfü ilahi bir mesaj olarak algıladığımdan Selimiye Camii avlusundan ayrılamadım ve cenaze namazını kılan cemaate katıldım.

Şeyh Nazım hakkında bir dönem oldukça etkili olan menfi propoganda yapıldığını yakından bilenlerdenim. Tanıdığım ve bildiğim kadarıyla Şeyh Efendi bu propagandayı hak edecek bir eylem ve söylem içinde olmamıştır. Gün gelmiş kimseye bir kötülüğü olmadığını herkes anlamış, herkesin iyiliğini isteyen ve onlar için dua eden bir pir-i fani olarak kabul görmüştür.

Şeyh Efendi’yi yakından tanıyanlar veya onunla çeşitli vesilelerle temasa geçenler onun zekasına hayran kalmışlardır. Nüktedanlığı ve espiri yapma kabiliyeti de onunla konuşan herkesi etkisi altına almıştır. Kıbrıs ağzı ile konuştuğu temiz Türkçesi ile Şeyh Efendi, bizden biri olarak görünür ve sanki de sıradan bir Kıbrıslı izlenimini verirdi.

Şeyh Efendi kötü günlerinde herkesin yanındaydı. Cenaze namazını onun kılmasını vasiyet eden pek kişiyi bilirim. Böyle günlerde konuşması, öğütleri ve derin bilgisi ile acılı aileleri teskin etmeyi en iyi o bilirdi. İnsanların sadece acı günlerinin değil, iyi günlerinin de tanığıydı. Pek çok insan uzak mesafelerden gelerek dini nikahlarını onun kıymasını talep ederdi.

Şeyh Nazım Efendi, bağlı bulunduğu Nakşibendi Şeyhi Abdullah DAĞISTANİ Efendi’den sonra onun yerini almış ve 1970’li yılların başında Lefke’ye gelerek Dergahını orda kurmuştu. Dergah yeri olarak Lefke’nin seçilmesi ancak kendisinin bildiği ilahi bir olaydır. Bu ilahi tesadüf veya takdir, bugün Lefke’nin makus talihini yenmesini sağlayacak ilahi bir işaret olabilir.

Ne kadar eskiye dayanır bilmiyorum ama, Şeyh Efendi ile Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf Raif DENKTAŞ arasında derin bir dostluk vardı. Şeyh Efendi’nin sürgün yıllarının sona ermesi ve Dergahın Lefke’de kurulmasında bu dostluğun etkisi ne olmuştur bilemiyorum. Bildiğim, Kurucu Cumhurbaşkanımızın elim bir trafik kazası sonucu genç yaşta vefat eden oğlu Raif Rauf DENKTAŞ’ın kaybından duyduğu üzüntü, ancak Şeyh Efendi’nin telkinleri ile biraz olsun hafiflemişti.

Şeyh Nazım Efendi ile Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf Raif DENKTAŞ arasındaki manevi dostluk, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin temeline atılmış manevi harçtır.

Dergahın Lefke’ye kurulmasının Kıbrıs’a kazandırdığı manevi iklim yanında, turizm ekonomisine de önemli katkısı olmuştur. Şeyh Efendi’yi ziyaret etmek veya Dergah’ındaki manevi hayatı yaşamak için her yıl dünyanın her tarafından binlerce insan Kıbrıs’a gelmiş ve gelmeye devam etmektedir.

Şeyh Efendi’nin naaşı, inancı ve vasiyeti gereği vefat ettiği gün Lefke’deki Dergahına, günlük hayatının büyük kısmını geçirdiği ve namaz kıldığı hurma ağacının gölgesine defnedilmiştir. Bakanlar Kurulunun bunun için verdiği özel izin, Kıbrıs Türk Halkının Şeyh Efendi’nin manevi kişiliğne duyduğu saygının gereği olmuştur. Yetkili makamların bu konuda gösterdiği duyarlılık halkın takdirini kazanmıştır.

Şimdi Kıbrıs Türk Halkı olarak hepimiz vicdan muhasebesi yapmalıyız. Dünyanın başka bir yerine gitmesi çok daha kolay ve kazançlı iken, manevi bir işaretle Kıbrıs’a yerleşmeyi tercih eden ve ebediyete kadar bizim aramızda kalacak olan Şeyh Nazım Efendi’yi anlamak için ne yaptık? Onun manevi dünyasının ve ikliminin bize kazandırabileceği manevi hazları tatmak için heves duyduk mu?

Şeyh Nazım Efendi’yi ve onun Lefke Dergahndaki ebedi mevcudiyetini, sadece turizm ekonomisine bir katkı veya kazanç kapısı olarak görmek, büyük bir acizlik olacaktır. Şeyh Efendinin manevi kişiliğini, hayatını ve kendini adadığı yolu anlmaya çalışmak veya bu çaba içinde olanlara saygı duymak bizi daha mutlu ve huzurlu yapacaktır.

Şeyh Efendi’nin manevi dünyasını idrak etmekte ve onun yolunu takip etmekte isteksiz veya acz içinde olanlar, hiç olmazsa onun insanlık için yaptıklarını hatırlayarak veya örnek alarak, hatırasına saygı gösterebilirler. Vereceğim bir örnek onun gönül dünyasının zenginliği kadar insanlık için öneminin de daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.

Bir yakınından aldığım bilgiye göre, son on yıllarda, Şeyh Efendi Afrika Kıtasında kuraklıktan etkilenen kırsal kesimlerdeki insanların istifadesi için, binlerce su kuyusu kazdırmıştır. Şimdi soruyorum, aramızdan kaç kişi susuzluktan ölüm tehlikesi yaşayan insanlar için bırakın bir şey yapmayı, onların ızdırabını vicdanında duymuştur?

Şeyh Efendi bu izdırabı gönlünde yaşamış olmalı ki her biri binlerce dolara mal olan, binlerce su kuyusu için gereken parayı bulmuş, bu maddi kaynağı harekete geçirecek organizasyonu hayata geçirmiş ve ihtiyaç duyanlar için yaşamsal önemde olan suyu, onların kullanımına sunmuştur. Allah ondan ve ona yardımcı olanlardan razı olsun.

Şeyh Nazım Efendi, sahip olduğu manevi kişiliği ile, dünyada en çok tanınan veya moda deyimle popüler Kıbrıslı idi. Sadece Kıbrıs’ta veya Türkiye’de değil, Avrupa’da, Amerika’da, Malezya ve Endenozya gibi Uzak Asya ülkelerinde de bilinir ve saygı görürdü. Binlerce kilometre uzaktaki insanların onun ayağına koşmasının önemini biz ne zaman anlayacağız?

Şeyh Nazım Efendi, Kıbrıs’a büyük bir manevi miras bırakarak ebediyete göç etti. Lefke’deki Dergahı hem insanlık için, hem de Kıbrıs için manevi bir kazanç. Şeyh Nazım Efendi’nin olmadığı bir Kıbrıs yine de daha fakir.