1974 öncesinde Rumlardan mal satın alanların sorunlarını ve 7/80 Sayılı Yasayı inceleyenler
bu haksızlığın sadece yabancılara yapıldığını zannederler. Halbuki Hükümet Türklerle
yabancıları aynı potaya koymuş ve her iki grubun da karşısına aynı zorlukları çıkarmıştır.
Mahkemelerde bekleyen veya ret olan dilekçelerden Türklerin yaşadığı sıkıntıların
yabancılardan az olmadığı anlaşılmaktadır.
Yukarıda yabancıların çektiği sıkıntılara iki örnek vermiştik. Şimdi de Kıbrıslı bir Türkle ilgili
örnek verelim.
İngilterde yaşayan Növber Salih isimli bir soydaşımız 1956 yılında Gazi Mağusada bir
Rumdan taşınmaz mal satın aldı. Rum kesimindeki baskıları dikkate alan taraflar tapu kaydı
yaptıramadılar ve bir satış sözleşmesi ile yetinmek zorunda kaldılar.
Növber Salih, 7/80 Sayılı Yasa altında, Gazi Mağusa Mahkemesine bir dilekçe dosyalayarak
satın aldığı malın tapu kaydının yapılmasını istedi. Mahkemeye sunduğu delillerle malı satın
aldığını kanıtladı.
7/80 SayılıYasanın 20 Mart 1980 tarihinde yürürlüğe girdiğini, yasaya göre 90 gün içinde
malın bulunduğu yer Mahkemesine başvurulması gerektiğini görmüştük.
Az sayıda yabancı ile bu yasanın kendilerini ilgilendirmediğini zanneden veya yasayı
işitmeyen Kıbrıslı Türkler 90 gün içinde Mahkemeye müracaat edemediler. Süre geçtikten
sonra yaptıkları müracaatlarda ise yasal süreyi geçirdikleri itirazı ile karşılaştılar.
Savcı, 7/80 Sayılı Yasanın özel bir yasa olduğunu, 90 günlük süre şartına harfiyen uyulması
gerektiğini, bu şarta uymayanların daha sonra müracaat edemeyeceklerini iddia etti ve geç
dosyalanan dilekçelerin reddini talep etti.
2008 yılında yapılan 8/2008 Sayılı Yasa, Mahkemelerin ret ettiği veya başarılı olamayacağı
anlaşıldığı için geri çekilen dilekçelere yeniden müracaat hakkı tanıdı. Bu kuralın ilk 90
günlük süreyi geçirenleri de kapsayacağı ve onlara da dilekçelerini dinletme hakkı
kazandıracağı düşünülüyordu. Buna rağmen Savcı dosyaladığı itirazda ilk 90 günlük süre
içinde dosyalanmamış dilekçelerin daha sonra bu hakkı kazanmayacaklarını, yasanın
yorumunun buna izin vermediğini, 90 günlük sürenin hak düşürücü bir süre olduğunu ve
süreyi geçiren dilekçelerin ret edilmesi gerektiğinde iddia etti.
2
Dilekçeyi dinleyen Mağusa Kaza Mahkemesi Savcının itirazını kabul etmedi. Mahkeme
8/2008 Sayılı Yasa geçmişte ret edilmiş veya geri çekilmiş dilekçelere bile yeniden
dinlenme hakkı tanıdığına göre, 90 günlük süreyi geçirenlerin de bu haktan yararlanması
gerektiğini belirtti. Bu nedenle Növber Salih lehine kayıt kararı verdi. Fakat Savcılık bu
karara karşı istinaf dosyalamakta gecikmedi.
İstinaf Mahkemesinin Kayıt Kararını İptal Etmesi
İstinaf Mahkemesi veya diğer ismiyle Yargıtay, Mağusa Kaza Mahkemesi nin değil Savcının
görüşüne katıldı. Dilekçe sahibinin malı satın aldığı bulgusunu onaylamakla birlikte, yasada
yer alan sözlerin 90 günlük süreyi geçirenlere müracaat hakkı tanımadığı kanısına vardı ve
kayıt kararını iptal etti.
Bu durumda nasıl bir tablo ortaya çıktı dersiniz? Mağusa Kaza Mahkemesinin verdiği ve daha
sonra Yargıtayın onayladığı karara göre dilekçe sahibinin malı satın aldığı kesinleşmiştir.
Fakat Növber Salih sadece ilk 90 günlük süreyi geçirdiği için malını yitirecektir. Bir kişinin
satın aldığı ve Mahkemede satın aldığını kanıtladığı bir malı sadece Mahkemeye müracaat
süresini geçirdiği için yitirmesi ve malın devlete kalması doğru olabilir mi?
8/2008 Sayılı Yasanın 90 günlük süre şartını geçirenlere yeniden müracaat olanağı verip
vermediği, yıllarca Mahkemelerimizde tartışılmış ve sonuçta Yargıtay yasanın müracaat
hakkı tanımadığına karar vermiştir. Yargıtay kararından anlaşıldığına göre yasa koyucunun
amacı 90 günü geçirenlere de müracaat hakkı tanımaktı. Ancak yasayı kaleme alanlar gerekli
titizliği göstermediğinden yasadaki cümle istenen anlamı ifade etmemektedir. Bu nedenle
olumsuz bir anlam çıkmaktadır. Bu durumda sormamız gerekiyor. Acaba yasanın daha açık
kaleme alınması ve böyle bir tartışmaya ve olumsuz anlama fırsat vermemesi daha doğru
olmaz mıydı?
KKTC de de geçerli olan İnsan Hakları Sözleşmelerine göre mülkiyet hakkı temel insan
haklarından biridir. İnsan hakları hukukçularına göre satın aldıkları malın kaydını yaptırmak
isteyenlerin Mahkemeye başvurabilecekleri süreyi belirleyen 90 günlük süre ve buna benzer
süreler hukukta yönlendirici süreler olarak kabul edilmelidir. Dilekçe sahibi, niçin geç
kaldığını açıklayabildikten ve bu gecikme nedeniyle diğer kişilere zarar vermedikten sonra
mülkiyete ilişkin hakkı devam etmeli ve dolayısıyla dilekçesini dinletebilmelidir. Diğer bir
ifade ile bu tür sürelerin hak düşürücü süre olmadığı kabul edilmektedir.
Malı satın aldığını Mahkemede kanıtlayan Növber Salih in dilekçesi ret olmuştur ve mal
sorunu yasal bir çıkmaza girmiştir. Ne var ki Kıbrıslı Türkler arasında onun gibi süreyi
kaçıranlar çoktur. Daha doğrusu Türkler arasında tesadüfen bu yasayı işiten birkaç kişi
dışında gününde müracaat eden yoktur. Bu durumda yasanın 1980 yılında çözmek için yola
çıktığı sorunları çözemediği, sorunların hala çözüm beklediği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla
trajedi devam etmektedir.
Bir insanın satın aldığı, parasını ödediği ve kullandığı malın tapusuna alamamasının ne kadar
büyük üzüntülere ve sıkıntılara neden olabileceğini tahmin etmek zor değildir. Mahkemelerde
sürünen dilekçe sahiplerinden biriyle konuşanlar bu konuda daha açık bilgi sahibi olabilirler.
Savcılığın Görevi
3
Savcılığın süre itirazı üzerinde bu kadar durması ve konuyu Yargıtaya taşıması doğru
muydu? Daha da ileri giderek şu soruyu sorabiliriz. Savcılığın bu dilekçelere itiraz etmesi
yerinde bir davranış mı?
Yukarıdaki bilgiler ışığında çekinmeden söyleyebiliriz ki Savcılık dilekçeleri önceden
incelemeli ve dilekçe sahibinin malı gerçekten satın aldığını anladığı anda itiraz etmeden
talebi kabul etmeliydi. Savcılık itirazlarını ve mücadele gücünü, hileli olduğundan
şüphelendiği dilekçelere saklamalıydı. 1975 yılında dilekçelerin incelendiği ve mallar üzerine
şerh konduğu dikkate alındığında Savcının yapması gereken iş bir formaliteden ibaret
olmalıydı.
Bu vesile ile vurgulamakta yarar var ki Savcılığın görevi önüne gelen her davayı kazanmak
değil kamu yararını gerçekleştirmek olmalıdır. Kamu yararı ise yasaların amaçlarına
ulaşmasıyla gerçekleşir.. 7/ 80 Sayılı Yasanın amacı 1974 den önce gerçekten mal satın
alanlara koçan vermekti. Bu amaca ulaşılması Savcılığın da görevini daha doğru yaptığını
gösterecekti.
Yasanın Tadili İçin Son Kez Yapılan Çalışmalar
8/2008 Sayılı Yasanın koyduğu tek orijinal belge engeli ile 90 günlük süre engelinin
aşılamayacağı anlaşıldıktan sonra Rumdan mal satın alanlar sorunu kangren haline gelmiştir.
Bu nedenlerle sorun güncelliğini korumaktadır. Belki de zaman içinde sorunun önemi daha
da artmıştır. Herhalde bu etkenlerle 2010 yılında yasayı tekrar tadil etme çalışmaları
yapılmaya başlandı. Hükümetin bir taslak hazırlattığını ancak onaylayıp Meclise
göndermediğini bu nedenle çalışmaların yarıda kaldığını öğrenmiş bulunuyoruz.
Taslak hazırlanması sıkıntı içinde bekleyenlerin yeniden ümitlenmelerine neden olmuştur.
Herhalde bu taslak, dilekçesi ret olanlara dilekçelerini tekrar dinletme olanağı sağlayacak, 90
günlük süre engeli ile orijinal belge engelinin aşılasına fırsat verecektir. Ancak özel ispat
şartları devam ettiği sürece hukuk sistemimizin öngördüğü adil sonuca varılmasını beklemek
boşunadır.
7/80 Sayılı Yasanın KKTC nin saygınlığına verdiği zararı gidermek kolay olmayacaktır.
Unutmamak gerekir ki bu yasa nedeniyle uluslararası platformlarda tüm KKTC tapularına
gölge düşmüştür. Bunun gibi yüzlerce insan 1980 yılından beri gereksiz yere sıkıntılar
çekmektedir. Bu hataların izini silmek kolay olmayabilir. Bunun için yasa yapımında daha
köklü bir değişim arayışı içinde olmamız ve hatta dünyanın en iyi yasalarını yapmaya
çalışmamız gerekebilir.
KKTC nin yasa yapımında hatalardan kurtulması ve dünyanın en iyi yasalarını yapan ülkeler
arasına girmesi KKTC ye büyük saygınlık kazandıracaktır.
Geçmiş Yasaların Hataları Tekrarlanmamalı
7/80 Sayılı Yasa ile tadillerini bir bir inceleyerek hatalarını saptamaya çalıştık. Her yasa
geçtiğinde dilekçe sahiplerinin büyük ümitlerle Mahkemelere koştuğunu, fakat kısa sürede
büyük hayal kırıklığına uğradıklarını gördük.
Her yasadan sonra Mahkemeler “Bu dilekçe sahibi gerçekten malı satın almış, o konuda
hiçbir tereddüt yok. Ancak yasaya göre bu önemli değil. Yasa özel ispat şartları koymuş.
Dilekçe yapan bu şartları yerine getiremediği için dilekçesi ret olur ve malı devlete kalır”
demeye devam etmiştir.
Doğru bir yasa yapılmış olsa Mahkemeler sadece malı satın aldığını kanıtlayamayanların
dilekçelerini reddedecekti. Mahkemeler “Yasanın amacı malı satın alanlara koçan vermektir.
Dilekçe sahibi sunduğu delillerle malı satın aldığını kanıtlamış, bu nedenle kayıt kararı
veriyorum” diyecekti. Veya alternatif olarak “ Dilekçe sahibinin sunduğu delilleri tatmin edici
bulmadım. Bu nedenle dilekçeyi ret ediyorum.” diyecekti. O zaman dilekçesi ret olan “Satın
aldığımı kanıtlayamadığıma göre kusur bende” diyerek yıllarca sıkıntı içinde yaşamayacaktı.
Acaba böyle adil bir uygulama olması için nasıl bir yasa yapılmalıydı? KKTC dünyanın en
iyi yasalarını yapan ülkeler arasına girebilir mi? Bu sorulara doğru yanıtlar verebilmek için
araştırmamıza devam edelim.