Neyimiz doğru ki!

Dün sabah bir mekanda oturanların sohbetine kulak kabartıyoruz…
Malum gündemde ölen bebek meselesi var!
Toplum içinde büyük öfke olduğu doğrudur…
Birisi hastaneye sokulmayan anneyi savunuyor!
Ne demekmiş işeri alınmıyor?
Kendisi aracını sürer girermiş içeriye…
Doğru olabilir, böyle durumlarda insanın gözü kararır ne yapacağını bilemez!
Bir başkası diyor ki;
Bakan dahil tüm yetkililer görevlerinden alınmalıymış…
Endişeleri siyasilerin bu olaya kapatma girişi olabileceğiymiş!
Bir başkası açıkça söylüyor;
Yazın bir kenara bu olay şimdiden kapatılmıştır…

Bu ülkede topun ucunda olan bakanlıklardan biridir Sağlık Bakanlığı…
Ne yazık ki hep yaşanan olayların kapatılması, hatta hiç soruşturma açılmamasını çok yaşadık!
Hatırlarsanız yıllar önce yağan şiddetti yağmur sonrası Devlet Hastanesi’ni su bastı, elektrikler kesildi, jeneratör de sular içinde kaldığı için cihazlar çalışmadı…
Bir günde tam 8 vatandaşımızı kaybettik!
Sahi ne oldu sonra?
Bırakın suçluların yargılanması, soruşturma bile açılmadı…
Bu arada ölenlerin yakınları da yeteri kadar ilgilenmedi, konu kapandı gitti!

Pandeminin ilk günleri…
Devlet Hastanesi başka bir hastaneye taşındı!
Oradaki devlet hekimleri devletin cihazları ile paralı ameliyatlar yapıp ceplerine indirdi…
Olay patladı, dönemin bakanı soruşturma açılacak dedi, açıldı da!
Ama ansızın bir kararla dosyalar kapatıldı…

Yine pandemi döneminde 4 devlet hekimi hastane deposunda bulunan bazı ilaçları fahiş fiyatla vatandaşa satıp resmen hırsızlık yaptı…
Olay deşifre olunca yine ayın bakan soruşturma başlatıldığını açıkladı!
Polis kendine düşeni yapıp dosyaları hazırladı…
Sonra öğrendik ki, bu dosyalar da kapatılmış!
Adamlar devletin ilaçlarını çalıp vatandaşa satıyorlar ama olay ansızın kapatılıp gidiyor…

Onun için şimdi siyasiler hesap soracaklarına, kim olursa olsun bedel ödetecekleri yönündeki açıklamaları okuyoruz ama…
Vatandaşın birçoğu gibi artık biz de umutlu değiliz!
Hele de ölen bebeğin ailesi yabancı uyruklu ya…
Ağlarlar, sızlarlar ama nafile!
Bu tür konularda en büyük hastalığımız olan denetimsizlik devam ettikçe sadece sağlık alanında değil tüm sektörlerde yaşanan absürt olaylar tekrarlanmaya devam edecektir…

Ne yazık ki şu anda doğru olan hiçbir şeyimiz yoktur…
Milli Eğitim Bakanlığı’nda yaşananlar da ortada!
6 Şubat depreminden sonra ülkede seferberlik ilan edildi, 1 Milyar TL civarında para toplandı ama hala okulların bir çoğunda deprem riski yaşanmaya devam ediyor…
Bu konuda kesinlikle ilgili bakanı suçlayamıyoruz zira yalnız bırakıldı, toplanan para zamanında tamirat işlerinde kullanılmadı!
Durur ortada, sendikalar ve endişeli velilerin tepkisi her geçen artarak davam ediyor…
Bir de müteahhitler arasında rant kavgası başladı!
İhaleyi alamayanlar, alanları çeşitli nedenlerden dolayı şikayet ediyor…
Tüm inşaatlar yakında durursa kimse şaşırmasın!

 “SİZCE HERKES “KIBRISLI TÜRK” MÜ LEVENT BEY?’ 

“Levent Özadam bugünkü (dünkü) köşesinde benim bir paylaşımımı alıntılayarak bazı ithamlarda ve tespitlerde bulunmuş. Yazısı aşağıdadır. İthamlarının tümünü kendisine iade ediyorum ve tekrarlıyorum; Kıbrıslı Türkler’in iradeleri söz konusu olduğunda herkes Kıbrıslı Türk değildir, olamaz. 
İhmal nedeni ile 7 çocuğun zehirlendiği ve 1 çocuğun hayatını kaybettiği bu günlerde böylesi bir yazıya cevap vermek istemezdim ama sessiz kalmak yazılanları kabullenme anlamına gelebiliyor. Hayatını kaybeden çocuğun ailesine sabırlar diliyorum, diğer bebeklerin de bir an önce iyileşmelerini ümit ediyorum. 
Özadam’a kısaca yanıtım şudur: ben bir Kıbrıslı Türk’üm. Kıbrıslı Türkler’in iradelerinin taşınan nüfus ve uygulanan TC politikaları ile gasp edildiğini düşünüyorum. Bu duruma gerekli karşı duruşu sergilemeye cesareti olmayan bazı Kıbrıslı Türk siyasetçilerin de katkı koydukları nettir. 
Kıbrıslı Türkler’in özgün kültürlerine, iradelerine ve ülkelerine sahip çıkabilmeleri için ortak mücadele vermeleri gerektiğine inanıyorum. Bu mücadelenin doğru zeminde verilebilmesi için de öncelikle Kıbrıslı Türk tanımının netleştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Herkes “Kıbrıslı Türklerin çıkarlarını korumak için” diyerek bir şeyler yapmaya kalktığında ve aslında herkesin bahsettiği insanların farklı kişiler olduğu anlaşıldığında ortak mücadelenin mümkün olmadığı da zaman içerisinde görülmüştür. Bu yüzden yakın geçmişte yaptığım bir paylaşımımda kendimce Kıbrıslı Türk tanımını da yaparak başkalarının da bu konuda ne düşündüğünü de soran birisiyim (o paylaşımım da aşağıdadır). 
Şimdi de buradan kendisine soruyorum: sizce Kıbrıslı Türk ne demektir Levent bey? Kimdir Kıbrıslı Türkler? Oy uğruna bir şekilde vatandaşlık alan veya herhangi bir nedenle adamızda yaşayan ama adamızın kuzeyinin başka bir ülkenin toprağı olduğunu düşünenler mesela Kıbrıslı Türk mü? Bu insanlar Kıbrıslı Türkler’in geleceklerinin belirleneceği konularda Kıbrıslı Türkler ile aynı haklara mı sahip olmalılar? Cevaplarsanız sevinirim. 
Benim Kıbrıslı Türk tanımı yaptığım paylaşımım:
“İŞGAL” ve “KIBRISLI TÜRK” kavramları üzerine
Kıbrıslı Türkler birlikte hareket edemiyorlar. Bu bir gerçek. Bu dağınık halimiz ise bizden başka herkesin ekmeğine yağ sürüyor ve gün geçtikçe kendi ülkemizde bizleri yabancı haline dönüştürüyor. Kendi adamızda kendimiz için bir gelecek göremememizi sağlıyor. 
Herkesin her konuda hemfikir olması mümkün değildir. Beklenemez de. Ama en azından samimi olunması ve bazı kavramların kişiye göre farklı anlamlar taşısalar da netleştirilmesi, hangi noktalarda ve neden ayrıştığımızın belirlenmesi birlikte hareket edilmesini kolaylaştıracaktır diye düşünüyorum. 
Toplum olarak netleştirmemiz gereken iki kavram hakkında kendi görüşümü belirteceğim. Sizler de çok önemli gördüğüm ve netleştirilmeleri durumunda toplumsal mücadelede önümüzü açacağını düşündüğüm bu iki kavram ile ilgili görüşlerinizi paylaşırsanız sevinirim. Benim görüşlerim şöyledir:
1. Kıbrıslı Türk: Kıbrıslı Türk denince ben 1974’ten önce bu adada yaşayan Kıbrıslı Türkleri, onların çocuklarını, onların soyundan gelen insanlarla evlenen insanları, çok uzun yıllar adamızda yaşamış ve artık kültürümüzün bir parçası olmuş, ülkemizin başka bir ülkenin toprağı olduğunu düşünmeyen ve Kıbrıslı Türkler’in kendi kararlarını kendilerinin verebilmelerine inanan ve bu uğurda mücadele vermeye hazır olan kişileri anlıyorum. Bu kapsam dışında kalan insanların da ülke kaynakları elverdikçe, yasalarla korunarak adamızda insanca yaşamalarını destekliyorum ama Kıbrıslı Türk toplumunun geleceğini ilgilendiren konularla ilgili alınacak kararlarda söz sahibi olmalarını doğru bulmuyorum.
2. İşgal: Uluslararası hukuka ve anlaşmalara aykırı olarak ülkemize nüfus taşınması, irademizin elimizden alınması, toplumumuzu ilgilendiren konulardaki kararların başkaları tarafından verilmesi, kurum ve kuruluşlarımızın ve doğal varlıklarımızın yabancılara devredilmesi, özgürlüklerimizin kısıtlanmaya ve dayatmalarla laiklik dahil olmak üzere toplum yapısının değiştirilmeye çalışılması, sorgulamayan, gerici, biat eden bir toplum yaratılması girişimleri. Eğer işgal kelimesini kullananların kastettikleri bu ise, evet bu ülkede işgal vardır. Toplumumuzu bölen bu kavramın netleştirilmesi artık şarttır. Birileri işgal kelimesini kullanarak silahlı kişilerin evlerimizin önünde nöbet tuttuğunu ifade ediyorsa hayır böyle bir işgal yoktur. Önemli olan kullanılan kelimenin ne olduğundan çok bu kelime ile ne ifade edilmeye çalışıldığıdır. Ben ne anladığımı açıkça yazdım. Evet, bazıları için kelimeler önemli değil, kelimelere takılınmamalı ama çok sayıda insanımız tarafından da açıkça dile getirilen ve kabul edilemez bulunan yukarıda özetlemeye çalıştığım konular sanırım hepimiz için önemli. 
Bu iki kavramdan sizler ne anlıyorsunuz? Aynı fikirde olmayabiliriz ama görüşleriniz çok önemli. Sanırım toplum olarak özellikle bu iki konuda birbirimizin samimi görüşlerini duymaya ihtiyacımız olan bir süreçten geçiyoruz. Bir yerden başlamak gerek. Fikirlerini paylaşacak olanlara şimdiden teşekkürler.”
(Hasan Ulaş ALTIOK)