MÜZAKERELERDE “OBJEKTİFTE KADIN”

 
Nedir Batı’nın üst-orta sınıf kadınlarının mücadelesi? Eğitim, iş dünyası ve siyasette, özellikle yönetici düzeyinde kadın sayısını arttırmak üzerinden giden bir mücadeledir çoğunlukla. Nasıl erkeklerin paralısı, eğitimlisi sistemin içinde patron ve siyasetçi olabiliyorsa, aslında üst sınıf kadınların mücadelesi de sınıflıdır.Bu kadınlar kendilerine sistemde yer açmak için “kadın” cinsiyeti üzerinden politika üretip,kadın bedenleri üzerinden göz ardı edilmemeleri gerektiğini vurguladıkları bir alana dönüştürürler feminist politikayı. Biz bunlara genellikle “liberal” feministler adını vermekteyiz. Sistemin içinde bir takım reformlar yaparak, o sistemin içinde kendilerine de yer bulmak istemektedirler. Daha çok kız çocuk okula gitsin diye mücadele edebilir bu görüş ama siyasette ve iş dünyasında öne çıkacak olan kadınların aslında üst ekonomik gelir sınıfının kadınları olacağını da bilirler. Sistemin özüne ilişkin pek bir değişim talepleri yoktur, “tadilatçıdırlar”. Tabandaki kadınların sesinin duyulması, işçi kadınların ve eşcinsellerin de sosyal, ekonomik ve siyasal yaşamın aktif bir parçası olması gibi endişeleri onların “kurtarıcısı” olarak sahne almadıkça öne çıkmamaktadır.
 
Batı modeli içindeki mücadele epeyce bu tip kadın üretti var olan sistemin içerisinde. Meclislerde, heyetlerde, kotaların uygun gördüğü şekillerde birkaç kadın eklemleniyor, adına da “toplumsal cinsiyeti anaakımlaştırma” (gender mainstreaming) deniliyor. Söylemeye gerek varsa ekleyelim, Batı’da da hala sistem ataerkil, kadınlar sevdikleri erkekler tarafından şiddete uğrayıp öldürülüyor. Avrupa’da fakirliğin “kadınsılaşması” artan bir problem, bir başka değişle, Avrupa içerisinde büyüyen miktardaki fakirlerin yüzde çoğunluğu kadınlar. Yani aslında anaakımlaştırma “bazı” kadınlara yararken ve “bazı” kadınlar için fark yaratırken, ekonomik dezavantajlı kadınlar, hem aynı dezavantajlı pozisyondaki erkeklerden hem avantajlı kadınlardan daha kötü durumda. Toplumsal cinsiyetin anaakımlaşması dezavantajlı kadınların mahallesine uğramadığı gibi eşcinsel ve trans mahallelere de uğramıyor.
 
Adayarısında cumhurbaşkanlığında ve müzakere masasında kadınlar olmalı elbette. Ama müzakere takımının içinde objektiflere kadın bedenli birinin de takılması veya “kadınlar da var” sloganı çerçevesinde “Home for cooperation” odalarında iki toplumun İngilizce bilmenin dayanılmaz hafifliği ile kolayca iletişim kuran kadınlarının bu binalar önünde foto anları yakalamasının ötesinde bir toplumsal cinsiyet mücadelesi olacaksa ancak varlıkları anlamlı olacaktır. Aksi halde elit ve tepeden inme “barış endüstrisinin ve politikacıların” kadın bedenli uzantıları olacaklardır. Feminist politika, biyolojik kadın ve erkekleri eşitlemenin ötesinde, hiyerarşileri kırmak, tabanın duygu ve düşüncelerini siyasal sistemin içine entegre etmek derdindedir. Aksi halde sistemin içerisinde eril dilin kuralları ile hareket edenlerin kadın veya erkek bedenlerden bunu yapması pek bir şey fark ettirmemektedir. Hepimiz CTP iktidarı ve cumhurbaşkanlığı adaylığında gördük ki “kadın” aday cinsiyetçiliğin daha da derinleşmesinin bir aracı haline dönüşebiliyor. Dahası aynı partiden “feminist” gruplar farklı kliklerde kaldıkları ya da aday onlardan farklı bir klikte kaldığıiçin dayanışarak daha “cinsiyet duyarlı” bir propaganda bile yapabilmekten aciz kalabiliyor. Cumhurbaşkanlığında masaya giderken objektiflere takılacak bir kadın olması “kadınları” masaya götürmüyor. Dahası, “üst-orta sınıfın” kadınlarının sesini masaya götürmek “cinsiyet temelli eşitsizlikleri aşacak” şekilde masaya gitmek demek de olmayacak.
 
GAT (Gender Advisory Team-Topumsal Cinsiyet Danışma Kurulu) BM Güvenlik Konseyi 1325 temelinde kuruldu da Kıbrıs adası üzerinde cinsiyet temelinde masada mıdır? Meraklıları varsa okudu mu ürettikleri önerileri? 1325’in BM’den çıkışında temel aldığı konulardan birisi “savaş tecavüzü” olmasına ve 1325’i özetlerken “kadın ve kızların savaş zamanında tecavüzden korunması ve yardım edilmesi”önerilerinden bahsedilmesine rağmen, Kıbrıs başlığı altında bir kez bile “savaş zamanındaki tecavüz travmaları” konusunun geçmediğini, sadece aile içi şiddette tecavüzün federal yasalarda düzenlenmesine kısaca değindiklerini biliyor musunuz? Kırsaldaki kadınların da “karar almaya katılması” gerekiyor deniyor önerilerde ama kadın kotasının yüzde 30 olması gerektiği kadar net değil kırsaldaki kadınları nasıl karar almaya katacakları. Yani bu %30’un kaçta kaçının engelli, kırsaldan gelen, LGBTI bireylere ayrılacağına değinen olmamış. En çok ilgilendikleri meseleler yoğunlukla kadınların “mülkiyet hakkı” ve iş dünyasındaki hakları çerçevesinde gelişiyor (ekonomik meseleler başlığında toplanmış). Yani üç gün sonra kurgulanacak olan barışta köylerdeki kadınların, savaş travması yaşamış kadınların, şu anda malı mülkü, işi olmayan kadınların barış ve barışmak konusunda neyle karşılaşacağını içeren neredeyse hiçbir şey yok. Peki GAT’da kaç tane LGBTI üye vardır? Daha doğrusu LGBTI politikası yapan, eşitlik mevzuunun barışta LGBTI gruplar için ne anlama geleceğini tartışan kaç kişi ve yayın vardır? Hegemonik erkeklik tanımlarının dışında kalan eşcinsel erkeklerin “toplumsal cinsiyet danışma kurulunda” bir yeri var mıdır? Yoksa GAT sadece kadınların cinsiyetli olduğu algısı üzerinden cinsiyeti tartışıyor diye biz de mi öyle tartışmak durumundayız? 2014’ün sonunda düğmelere basılıncaya dek 1325’in temel konularından olan “savaş tecavüzü” konusu kaç kere ağızlara alınmıştı? Ve hala ısrarla atlanan Kıbrıslı Türk kadınların savaş tecavüzü tarihçeleri ile ilgili kaç atılımı vardır GAT’ın?
 
Biz Kıbrıslıyız, evet, ama birbirinden “öteki” diye korkan kadınların durumunu GAT kaç kere mesele etti? Yoksa “birbirinin acılarını konuşmak” son günlerin moda tabiri olarak teşvik edilirken, birbirinden korkanları konuşmak çok mu tatsız bir gerçek adayarısında? O “sevimsiz” gerçeklikler proje olamayacak kadar sorunlu oldukları için Federal Kıbrıs’ta kaç tane kadının kaç koltuk tutacağı konusu daha mı önemli?
 
Cumhurbaşkanlığında ve müzakere masasında kadınlar mutlaka olmalı. Ama sadece o konuma getirilen kadınların bireysel hayatları ile onların ekonomik sınıflarındaki kadınların küçük bir kısmının konumunu değiştirecek şekilde olmamalı.Kişi ve sınıf eksenli kazanımlar, cinsiyet eksenli bir ilerleme olarak yutturulmaya çalışılmamalı. Savaşlar ne kadar “kadınları korumak” için yapılıyorsa, bu belli sınıfın kadınlarının politika ve masada olması da o kadar “cinsiyet eşitliği” için yapılmaktadır.
 
Feminist politika Cumhurbaşkanı Akıncı’dan fotoğraf karelerine takılıp, üst orta sınıftaki bazı kadınlara parlamentoda koltuk ayırmak, iş kadınlarına fırsat yaratmak ötesinde bir beklenti de dile getirsin adayarısında. Demeokratik hakkımızı biz de herkes gibi kullanalım ve feminist politika çerçevesinde birkaç talepte bulunalım sayın Cumhurbaşkanından. Engelliler, işçiler, LGBTI’lar da unutulmasın bu süreçte. “Yönetim ve güç paylaşımı” sadece iki toplumun arasında değil, toplumsal kesimlerin de nasıl güce dahil edilecekleri ile ilgili olmalıdır. Adlarının “şık” bir şekilde geçmesi de yeterli değildir, somutta nasıl bir çoğulcu sistem yaratılacağının rotası verilmelidir elimize.
 
Söylemeden geçemeyeceğim bir başka konu da Kıbrıslı Türklerin “ilk kadın”(first lady) algısının da cinsiyetçi bir tutumla sürüp girmesidir. Aslında “hiç kadın yok” demek, “ilk kadın” pozisyonunu cinsiyetçi bir temelden görünmez kılmaktadır. Siyasette ilk kadınlara (ya da seçilen kadın ise ilk erkeklere)önemli roller düşmektedir ve bu konumların da siyasi pozisyonlar olarak kabul edilmesi gerekmektedir. Meral Akıncı, hali hazırda cumhurbaşkanlığındadır ve profesyonel mesleği ve izlediği hayat yörüngesi düşünüldüğünde cinsiyet eksenini içine alan bir barış inşasında kendisine önemli bir rol düşmektedir. Adayarısının köylerindeki emekçi kadınların koşullarını iyi bilen, Lefkoşa merkez sınırlarının ötesinde de çalışmış az sayıdaki sivil toplumcudan birisi olarak iki toplumun bu noktalardan da barışı konuşmaya başlamasında aktif olarak görev alması hem kaçınılmaz hem gereklidir. Batı eksenli direktiflerin ötesinde adaya özgü cinsiyet temelli konulara,görünmez kılınanlar ekseninden yaklaşmak, programlar çizebilmek için adada öncü bir rol üstlenmek Meral Akıncı’ya düşmektedir. İlk kadınların “eşantiyon” olmadığı, açılışlarda boy göstermenin ötesinde sorumlulukları olması gerektiğini pratikte hayata geçirebilecek bir fırsat elimizin altındadır. Başkanların yanında masanın çevresinde kimlerin oturduğundan öteye, liderliklerin tabanla nasıl iletişime geçtiği, hangi meselelerle aktif şekilde ilişkilendikleri, tabandan nasıl bir talep ve bilginin masaya taşındığı daha önemlidir. Bunun yapılacağı yer de başkanların iki dudağı arasından masanın çevresindeki sandalyelerden birisine bir de kadının oturtulmasının ötesinde bir yer olmalıdır. Tabandan talepleri yaşama geçen kadınlar zaten masanın çevresine sonunda kendi kendileri oturacaklardır.  Feminist mücadele erkek liderlerin olurunu kazanmak mücadelesi değil, çoğulcu temsiliyetin ve çoklu ifadelerin özgürce kamusal alandan kendi yerini bulabilmesidir.