Kıbrıs Türk Devleti 2015’de AB üyesi

Ada açıklarındaki doğal gaz ve petrolün en kısa Limasol üzerinden Akıncılar ve Girne-Güzelyalı güzergahını takip ederek Türkiye’ye, oradan da Avrupa’ya ulaştırılacak oluşu, 50 senelik Kıbrıs sorununun kaderini değiştirdi. İvme kazanmaya başlayan Kıbrıs sorunu çözüm müzakerelerinin 2015’e dek bir sona ulaşması kaçınılmaz.
 
Yıllardır çözümsüz kalma rekorunu elinde tutan uluslararası sorunun ya federasyonla ya da iki devletli bir çözüm modeliyle ama her şartta çözülmesinin istendiği, tarafların federasyona yanaşmaması durumunda ‘Kıbrıs Türk Devleti’nin de AB üyesi olacağı yeni bir düzleme geçiliyor.
 
Uluslararası diplomasi girişimleri sonucunda, ABD, AB, Türkiye ve İsrail yetkilileri sorunun daha fazla çözümsüz kalmaması konusunda uzlaştığı için Güney Kıbrıs çözüme ikna olmazsa, AB üyesi bir devletin yurttaşları olarak yolumuza devam edebileceğimiz tarihi bir dönemece giriyoruz.
 
Petrol ve doğal gazın 2025’ten önce ekonomik değer kazanamayacağı gerçeği ekonomisi çöken Kıbrıslı Rumları çözüme ikna edebilecek güçte. Önümüzde beliren yeni ve son dönemeç, Kıbrıslı Türkleri de AB standartlarında bir devlet yaratmaya hızla itiyor.
 
Dolayısıyla, Kıbrıs’taki petrol ve doğal gazın uluslararası paylaşım dinamikleri Kıbrıs sorununun federasyon veya iki devletli çözüm modellerinden birini seçerek nihayete ermesini sağlayacak. Gönlü ve zihni Kıbrıslı Rumlarla çözümden yana olanlar olarak, her halükarda kendi ekonomimizden kendimizin sorumlu olacağı, yeni bir devleti inşa etmeye odaklanmalıyız.
 
Gerek sürdürülemez ekonominin sürdürülebilir kılınmasında gerek Anayasa değişikliklerinde yol katetmek için son tarih, 2015 yılını işaret ediyor. 2015’te ya Kıbrıs Rum toplumuyla yeni bir devlet kuracağız veyahut adını yeniden koyacağımız devletimizle, AB Müktesabatı’nın askıdan indirileceği bir yapıya gireceğiz. 2015’e dek başta kamu gelmek üzere müzminleşen sorunlarımızı çözdük çözdük, çözemezsek AB’nin acımasız bulunan reçeteleri tek tek, bu sefer bize yazılmaya başlanacak.
 
Velhasıl KKTC’de yaratılan düzenin yıkılması için dış baskı bugünkünden çok daha ağır koşulları dayatacak.
 
Devlet kapitalizminin son çırpınışlarından medet umanlar, bu saatten sonra tüm toplumun geleceği ile oynadıklarını daha da geç kalmadan idrak etmelidir. Devlet sektörünün küçülmesine direnç gösterenler, özel sektörün gelişmesinin önünü tıkayanlar, borç içindeki devleti hala zengin bir ‘baba’ yerine koymaktan usanmayanlar ve Türkiye’yi bol keseden para gönderen, varsıl  bir ‘ana’ olmaya mahkum edeceğini sananlar toplumsal sorumluluklarının bilincine varmalıdır.
 
Ne bireysel refahımızın ne de toplumsal zenginliğimizin altın anahtarı devlettedir. Devletin tıka basa insanla dolu, havasız kapısını açan paslı anahtarını kullanmaktaki ısrar, er ya da geç tetanoz aşısı olmamıza neden olacak. 
 
Kasılarak öleceklerinin farkına varmazmış gibi davrananlar tüm toplumu hastalığın pençesine düşürmekten utanç duymalıdır. Sendika patronları ve özel sektörü aşırı kar hırsıyla iş güvencesinden yoksun bırakan diğerleri aynı vebali, aynı utancı iki kutup olarak paylaştıklarının ayırdına varmalılar.
 
Birileri meslek örgütlerinin başkanları sıfatıyla, diğerleri şirketlerinin kar marjından ödün vermemek adına, ötekilerse devlet olanaklarını dağıtıp oy satın alarak, sürdürülemez yapının pasını toplumun bütününe bulaştırmaktan hala bıkmadılarsa, tetanozun kurbanları olarak ölümün çok yakınlarında kol gezdiğini fark etmeliler.
 
İnatları ilk önce kendi sonlarını getirecek çünkü...