Meclisteki çirkin kapışmaları “üniversite yıllarından kalma hatırlarla” yumuşatmaya çalışmalara rastladım. Ben de bir hatıra anlatayım, ama benimkisi pek romantizm içermeyecek.
Lise yıllarım solda birlik mitinglerine, yani DMP dönemine (Demokratik Mücadele Platformu) denk gelir, orada solun “adamları” sıra ile çıkardı mikrofona, ruhumuzu kaldıran konuşmalar yaparlardı. 1980’li yılların sonu, 1990’lı yılların başıydı. Aynı adamlardan siyasi sahnede devam edenler oldu. 2020’lerdeki aynı tarz konuşmalarının değişim yerine popülizm demek olduğunu verili olarak gördükten sonra ruhumun değil midemin kalkması ondandır. Ama atlamayayım, bu hatıra 90’lı yıllarla alakalı. Bu sol partilerin “liderlerinin” hepsi etkileyiciydi ama ben parti olarak en çok CTP sempatizanıydım. Babam TKP’liydi. Anaokuldan ilk siyasi hatıram da Girne’den Lefkoşa’ya mitinge giderken konvoyunun sonunu göremediğim Ziya Rıskı’nın kazandığı cumhurbaşkanlığına getirilmeyişiydi. O durum 80’lerin başındaydı. Hani son sol Cumhurbaşkanı Ziya Rıskı’nın adını zikretmeden “bana yapılan kimselere yapılmadı” diyor ya, gençlere “parti okulları” bilgi değil put sunduğundan olsa gerek bu tarihler kolayca unutturulabiliyor. Ama bakın, yine dünle bugün birbirine girdi. Geriye gidelim. Babam TKP’liydi benim ilk “ liderim” de ne mutlu ki bir Siyah Kıbrıslı, yani Ziya Rıskı idi. Ama benim yine de lise çağına geldiğimde CTP’ye sempatim büyüktü. Babayı değil anayı takip ettiğimdendi o durum şüphesiz. Annem Özker Hocacıydı. CTP ilk büyük halk desteğini alıp “UBP” düzenini kıracak konuma geldiğinde ben artık üniversitenin ilk yıllarındaydım. Annem CTP’lilerle orta eğitimde sendikal faaliyetlerin içine girmişti. Ilk başlarda annem epey heyecanlıydı CTP’nin gelişinden. Matematik öğretmenliğinin en olgun döneminde, tecrübesinden yararlandıracağı bir sürü öğretmene destek olacağı çağında, inandığı parti ile yol yürüyordu. Daha kendisine CTP sendikacıları tarafından “siz menopozlular dışarı, emekli olun gençlere yer açın” denilmemişti. Sonradan halkın içine oturan gıcır gıcır gara Mercedes’lere binişler de başlamamıştı. Sendika olarak Ankara’ya gelmişlerdi. Annem henüz milletvekili olmamış CTP’li bir sendikacı ile öğrenci evime gelmişti. Konuşma sırasında bu adam bana “şimdi de artık sıra bizde, şimdi de biz UBP’lileri işe almayacağız, sadece partimizden insanları kadrolayacağız” demişti. Duyduğuma inanmak istememiş, “ama iş kriterlerine göre hak eden UBP’li ise öyle yapmayacaksınız değil mi?” diye sormuştum. Ateşli bir şekilde, “UBP’li 4 dil de bilse, hak da etse iş CTP’linin olacak. Onlar bize öyle yaptı. Onların bize yaptıkları yanına nasıl kalsın?!” diyerek cevaplamıştı. 19 yaşlarındaydım, en az bugünkü kadar halk idealistiydim ama şimdikine göre naiftim. “E onların yaptığı yanlış olduğu için, bu yanlışları düzeltmek için gelmediniz mi? Öyle yaparsanız ne farkınız kalır, düzen nasıl değişir?” diye sormuştum. Gözünde pek de bir ışık göremediğim bu zat-ı muhteremin ateşi öfkeye dönmüş, “onlara yaptıklarını ödetmedikten sonra iktidar olmanın ne anlamı var?” diye beni cevaplamış, “doğru” şekilde düşünüp anlamam için ısrar etmişti. Her ne kadar da annem “bu arkadaşının çok da birşey bilmediğini, CTP’yi temsil etmediğini, azıcık da saf olduğu” konusunda beni ikna etmeye de kalksa o gün CTP’nin değişim getirmeyeceğini, “devrimci” olmadığını, devrimin adını sevip içeriğinden pek de bir habersiz olduklarını düşünmüştüm. Tarihsel süreç ve CTP’nin ne yaptığı ortada. Bugün, “yenilenen ve gençleşen” CTP’nin vekilleri diploma almışlar üniversitelerden ama galiba “devrimciliğin” lak lak kısmında kalmış olacaklar öğrenciliklerinde. Kendilerini dönüştüren, bilgi ile yoğuran farklılaşmaları 30 sene sonra partilerine ve meclise taşımak yerine öğrendikleri ezber sloganlarla yetinmeye devam ediyorlar. “İlhak ve göç protokolü” sloganlarını arşivde bulursunuz, hatta TV’de gösterilmediğinden dem vurduğunuz t-shirtcüklerinize ayırabildiğiniz paradan arta kalan varsa, arşivdeki afişleri bile basabilirsiniz reklam panolarına, sadece alttaki tarihi değişmeniz yeter. Gerçi printer olmamasını mecliste iş yapmama sebebiniz olarak hali hazırda açıkladınız ama slogan afişleri için bir printer bulabilirsiniz artık.
Feministlerin görevini her ne kadar da “maçoluk sağcılarda olur solcularda olmaz” diye biçseniz ya da özür olmayan, gerçekten dönüşme ve değişme sözü vermeyen açıklamaları “feministlerin özür olarak kabul ettiği” imgesini yaratmak olarak görseniz de meclisteki kavgaya dair bir feminist değerlendirme de ben yapayım. Hem de protokolle ilişkili bir değerlendirme. OlayıkişilerdençıkaralımvesosyalanalizçerçevesindeKıbrıslıTürksiyasiyaşamınışekillendirenmevcutyapıyayönlendirelim. Sağcı ve solcu oligarşi, 90’lı yıllardan itibaren, CTP’nin de dönüşümlü olarak hükümete geleceği belli olduktan sonra bir ara kesitte buluştu ve sosyolojik tabiri ile bu partiler fonksiyonel bir “rol” bölüşümüne gitti. Sağ milliyetçi ve şükrancılığı Türkiye’ye, sol milliyetçi ve şükrancılığı Kıbrıs Cumhuriyeti üzerinden Avrupa’ya gidecek şekilde ele aldı. Meclis, halka mücadelelerin yapıldığı imgesinin yaratıldığı bir sahne olarak oluşturuldu. Her iki grubun, halk kaybederken zenginleşmesi yanında bir ortak noktası daha var. Deniz aşırı ve kara sınırı ötesi el açtıkları ve emir dinledikleri aktörler karşısında ezik erkeklik hissiyatları. Ne kadar az direnirseniz, o kadar ezik hissedersiniz. Onun acısı nasıl çıkar? Tabi ki şiddetle. Mecliste sözsel ve fiziksel dalaşma halk önünde kaybedildiği hissedilen erkekliğin geri alınma çabasından başka bir şey değil ve oligarşinin toplu bir dışavurumunun. Bir başka değişle, gerçekten bir direniş olsa öfke ve sinirle kontrol kaybetme diye birşey zaten yaşanmaz. Ezilenler şiddetle dışavurum yaşamaya döndükleri müddetçe sonuç ne olur? Özgürleşme mücadelesine gerek kalmaz, deşarj olunur, anlık güçlü hissetme direnişin gerçek anlamını bastırmaya aracı olur. Meclisteki kapışmadan için için haz duyanlar, tatmin hissedenler var ise, bunun sebebi eziklik duygularına an itibar ile bir kanal açmalarıdır. Bu kalıcı bir güç hissi mi, tabi ki hayır. Farkındalık gelişmezse bir adım sonrasında ancak yumruklaşma ile tatmin olunulacaktır. Ezmek istemenin sebebi ezilmeyi kabul etmektir. Freire okumak farkındalığı arttırabilir bu konuda. Peki ada yarısında sağ ve sol oligarşi, kadını ile erkeği ile ezilmeyi neden kabul ediyor? Çünkü ezilmenin materyal konforundan vazgeçemiyor.
Gençliğimden beri değişmeyen bir başka gerçek de çarenin solun içinden çıkacağına inancımdır. Bu paylaştığım yüzleşilmesi zor politik hatıra seyahatini yapmamın sebebi “kaka CTP’liler” demek değildir. Özgürleşme ideali için okuyan, yazan ve düşünen bir sosyal araştırmacı olarak bu yazıyı CTP’nin gelecek nesil politikacılarına yazıyorum. Şu an mecliste olanlar babalarını takip ettiği için değişim yapamdılar ve maalesef yapamayacaklar. Babalarına eleştirel bakmadıklarından, kendi kendini sürekli eleştirisiz haklı görmeden öteye gidemediklerinden farklılaşamadılar. Okumak yerine sözde “devrimci hareketin” içinde zır zır edenlerle zaman kaybedip, nasıl olsa parti veya devlet memuru kadrolarından zır zır ederek meclise ulaşacaklarından emin hareket ettiler. Gençler! Sizin umutlarınız ve düşleriniz meclise girebilmek ve orada kalabilmek için olmasın. “Nasıl değiştirebilirim” sorusundan başlayın. Değiştiremeyenlerin davranış kalıplarını tespit edip o kalıplardan çıkın. Eleştirel düşünceye ve bilime dayalı sosyal politika öğrenmesine dönün. Parti okullarında “kol kırılır yen içinde kalır” öğretisinden boşanın, kendinizi bilgi ile siyaseti evirmek idealine adayın. Çare eleştirel düşünceyi bilgi ile yoğurtmaktadır. Genç olmak siyaseti yenilemeye yetmez, mühim olan aklını eleştirel düşünce ve bilgi ile yoğurarak kendini yaratmaktır.