EYLÜL’E GİRDİM



Ayların hem en güzeli hem en hüzünlüsüdür Eylül.
Biraz sıcaktır, biraz dağınıktır ama her şeye rağmen hayata dair bir umuttur.
Barışı kutladığımız barış hayalleri kurduğumuz gün ayın ilk günüdür.
Benim içi yıllardır sanat ve edebiyat anlamına da gelir Eylül.
Işık Kitapevi’nin düzenlediği edebiyat etkinlikleri ile başlar ay, tiyatro festivali ile sona erer.
Eylül biter sonbahar asıl o zaman başlar.
Bu yıl Işık Kitapevi Ece Temelkuran ile buluşma sansı verdi bize.
Tüm kitaplarını okuduğum, her köşe yazısına kafa yorduğum bir kadın yazardı o.
“Arızalı” bir kadın yazar.
Paneldeki konuşması ise toplumun meselelerinden çok kadınların kendileri ile olan meselelerine odaklanmıştı.
“Arızalı” tek kadın olarak kendimi görürken, Temelkuran’nın da aslında insana ve yaşadığı ülkeye dair benzer duygular içinde olduğunu anladım.
Aslında benim gibi “arızalı” sürüden ayrı daha pek çok kadın saklıydı aramızda.
Ev hayatı bizi basardı.
Uzun süre aynı şehirde, aynı ülkede aynı insanla aynı hayatı yaşamak bizi bozardı.
Doğruydu tüm bunlar, zaten arızalar da hep bundan çıkar sorunlar hep böyle başlamaz mıydı?
Sürüden ayrı olmak hayata defalarca ve defalarca yeniden başlamamızı sağlar, biraz normallik bizi karabasan gibi basardı.
Ece Temelkuran çözmüştü hayatın sırrını.
Her ne kadar o kabul etmese de…
Çözüm belliydi.
“Sıkıldığın noktada gitmekte” saklıydı hayat.
Gitmek, başka hayatlara, başka şehirlere yelken açmak yeniden ve yeniden…
Zaten Erdal İnönü’nün de dediği gibi “insan yaşamına yeni bir yön verme iradesini gösterebildiği sürece gençtir. Bu iradeyi gösteremeyip artık yaşamımı değiştiremem diyorsa ise zaten gençliği çoktan gitmiştir”.
O yüzden hala fırsat varken kullanmak gerek tüm şansları.
Edebiyat ve sanatla hayatı yaşanır kılmak gerek.