Despotik UBP, umut taciri CTP
Dünkü yazımda vefatının 6. yılında sevgi ve saygıyla andığım Kıbrıslı düşün insanı Ulus Baker’in, bugün de iktidar üzerine yazdıklarını tartışalım isterseniz…
Bir yazısında filozof Spinoza’nın iktidar kavramına nasıl baktığını şöyle anlatır Ulus Baker: “… Salt korkuya dayalı bir rejim (tiranlık, diktatörlük, despotizm, mutlak totaliterlik) yıkıma açıktır… Tek dayanağı, kendisini alaşağı edecek nüfusunu da kırıp geçirmiş olmasıdır… Cehennemi bir döngü yani… Ama umuda dayalı bir rejim de iyi değildir -çünkü uyarılan umutların gerçekleşmeyeceği bal gibi apaçık hale gelecektir… Bu yüzden solun ”ütopyalarımızı yeniden uyandıralım” girişimine hep karşı oldum… Ayrıca umut bir keder içerir –uzakta tutulan bir keder ve pekala mukadderdir ki uzakta tutulan bu hal ergeç çıkagelecektir… “İktidar” (Potestas) insanlar üstünde icra edilen bir güç olmaktan çok, insanların zaten yapabilecekleri şeyleri yapabilme kudretine sahip olmadıklarını sandıkları anda ortaya çıkar. Kendi sorunumu çözebiliyorsam, onu çözebilecek birilerine ihtiyaç duymam… Ama işte bu ihtiyaç duymadığım kişiler çıkagelir ve benden o çözebileceğim sorunlarımı çözmek üzere izin, yani oy isterler… İşte çağdaş sosyal demokrasilerin ana formülü budur… Hiç kimse onlara aslında ihtiyaç duymaz… Bu yüzden tuhaf ihtiyaçlar yaratıp duran bir politikacılar grubu ile karşılaşmak zorunda kalırsınız…” (Ulus Baker ,“Felsefi Suskunluk”, Birikim Dergisi, 2001, Sayı: 150, s. 28-29)
Ulus Baker’in Spinoza okumalarından ülkemiz siyasetini anlamakta çıkaracaklarımız var elbette: Kimseyi dinlemeyen, başına buyruk, ben yaptım oldu diyebilen, tam anlamıyla despotik bir UBP iktidarı yaşadık. Ama bize bugün umut vadedenler sırf “umuda dayalı bir rejim” vadettiklerinden pompaladıkları ümitlerin gerçekleşmeyeceğini de görüyoruz. Ve biz yurttaşlar Kuzey Kıbrıs’ta yaşanılan her sorunu siyasetçilerden önce kendimiz çözmek zorunda olduğumuzu gayet iyi biliyoruz. Kendi sorunlarımızı kendimiz çözemeyeceğimizi sandığımız için birilerine bizim sorunlarımızı çözme yetkisi vererek, her seferinde problemlerimizin hallolabileceğine inandırılıyoruz.
Halbuki bu ülkedeki her sorunun doğrudan yaratıcısı ve çözüm odağı bizler; siyasetçi olmayan yurttaşlardır. Her tür sorunu çözecek olanlar da, bu problemleri çözme kapasitesine sahip olanlar da sadece bizleriz. Hakikat bu olmasaydı, yıllardır çözülemez olduklarına inanageldiğimiz sorunları siyaset tek tek çözerdi. Siyasiler sorunları ne dün çözebildi ne de yarın çözebilecektir. Gerçek kudret sahipleri olarak kendi meselelerimiz ve toplumsal sorunlarımız için doğrudan demokrasi kanallarını sürekli çalıştırmadıkça, kendi haklarımız için mücadele vermedikçe Meclis’e seçilecek hiçbir sima beklentilerimizi gerçekleştiremeyecektir.
Umarım önümüzdeki senelerde birey olmanın hakiki gücünü fark eder ve çok daha mücadeleci bir yaşam pratiğini kendi hayatlarımızdan toplumsal yaşama açacak kanalları inşa ederiz. Şimdilik susuyorsak ve sandığı boykot ediyorsak, bu Baker’in de yazısında ifade ettiği gibi, “anlatılmazı anlatmaya çalışmak istemediğimiz”dendir… Biz yurttaşlar olmadan Meclis’te ve siyasette hiçbir şeyin değişmeyeceğini ille de bir kez daha yaşayarak görmek istiyorsa birileri, buyursunlar; oy verme haklarını, mühür ya da karma olarak veyahut pek güzel bir cümleyle (!) oylarını geçersizleştirerek kullansınlar. Kudretin sadece kendilerinde olduğunu bilenlerse kendileri ve toplumları için devrim yapmayı tercih edecektir; gerisi ya siyasi despotizm ya da siyasal umut tacirliğidir.