Böyle müşavirler de var…

Genelde onlar için ‘devletin kamburu’ derler…

Onlar da alınır!

Ve hemen cevabı patlatırlar;

“Devlet görev verdi de kabul etmedik mi” diye!

Elbette haklıdırlar…

Aslında bazıları gerçekten kamburdurlar!

Görevdeyken de ikinci bir işleri zaten vardı…

Halen o işlerini genişletmekle meşguller!

İhracat-ithalat bile yapan var…

Tabi ki eşlerinin ya da yakın akrabalarının üstüne!

Ama herkes bilir, herkes konuşur, sonuçta elde var sıfır…

Bir de müşavir olmaktan hicap duyanlar var…

Ayın başı geldi mi maaşları hesaba yatınca içleri burkulanlar!

Biz onlara siyasi kurbanlar diyoruz…

Her hükümet değiştiğinde makam ile ev arasında mekik dokurlar!

Siyasi atama oldukları için biri alır diğeri gönderir…

Tam tecrübe yapmışken, en verimli zamanlarında ya kendi iş yerlerine ya da evlerine dönerler!

Bir çoğu için ruhsal çöküntüdür aslında bu hem de aile bireyleri için de…

Çocuğa okulda sorarlar, ‘baban ne iş yapıyor’ diye, o da cevap verir, ‘müşavir’ diye!

‘O ne demek’ diye ikinci soru gelir, çocuk da cevaplar;

“Evde oturup devletten maaş alır…”

Bir de müşavir olduktan sonra dilekçe ile görev isteyenler vardır…

Bir tanesi geçmiş hükümet döneminde Başbakanlık Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü yapan Sedat Kılıç…

Asıl mesleği tarih öğretmenliği!

Bakanlığa dilekçe verip hiçbir ücret talep etmeden öğretmenlik yapmak istediğini bildirmiş…

Aylar geçmiş ama!

Bakanlık cevap bile vermemiş…

Hem de bu kadar öğretmen eksikliği olduğu bir dönemde!

Demek ki kaale almamış belki de umurunda bile olmamış…

Başka partili diye olabilir mi!

Olur mu olur, bizim ülkede her şey olur…

Onun için müşavir dendiği zaman kimsenin tüyleri diken diken olmasın…

Her ne kadar toplumun geneli onları ‘kambur’ olarak görse de ‘kambur’ olmaktan, iş yapmadan maaş almaktan sıkıntı duyan çok sayıda müşavir dostumuz var!

Ama bu onların günahları değil ki…

Bizde sistem öyle çarpık bir temelin üstüne inşa edilmiş ki, buna bir de siyasetin her şeyin önünde olması eklenince yılan hikayesine dünmüş!

Onun için müşavir arkadaşlaradır seslenişim…

Hiç gurur yapmasından devletten aldıkları maaşı da gönül rahatlığıyla tüketsinler!

Hakkımız helaldir…

Cratos bilmecesi!

Telefonun ucunda bir ses;

“Ben Cratos Hotel’den bilmem ne…”

Sonra devam;

“Cratos’un patronlarının hapis cezası aldığı haberi doğru değildir, lütfen bu haberi sitenizden kaldırın…”

Ve benim cevap hakkım;

“Madem böyle bir şeş var kaç gündür niçin bir basın açıklaması yapmadınız…”

Karşıdaki ses suskun sonra da ‘bilemiyorum’ diye kısık ses tonuyla yanıtlama!

Bu işte bir bit yeniği var ama…

Bayrak kavgası!

Büyükkonuk Belediye Başkanı Ahmet Sennaroğlu’ndan bir paylaşım;

“Belde sınırlarımız içerisinde olmayan ancak belde sınırlarımıza yakın bulunan Yıldızlı Tepede bulunan bayrak direkleri bayraksız ve boş olduğundan dolayı vatandaşlar tarafından yoğun şikayetler almaktayız. Milli mücadele yıllarında büyük direnişin yaşanmış olduğu yıldız tepe bugün boş bulunan bayrak direkleri yüzünden insanlarımız tarafından tepki ile karşılanmaktadır. Türk Ulusunun Bayrakları Bayrak Yapan Üzerindeki Kandır, Toprak Eğer Uğrunda Ölen Varsa Vatandır. Sözü milli mücadele yıllarında yaşananların en güzel ifadesidir.
Bu duygu düşünceler içerisinde Büyükkonuk Belediyesi olarak belde sınırlarımız içerisinde bulunmayan ancak vatandaşlarımızın yoğun tepkisine neden olan Yıldızlı Tepedeki bayrakların bakımı ve sorumluluğunu almaya hazır olduğumuzu bildiririz…”

Sonra tabi ortalık karıştı…

Mehmetçik Belediye Başkanı Cemil Sarıçizmeli’nin ona cevabı, sonra karşılıklı atışmalar!

Ahmet kardeşimiz hiç alınmasın ama burada sanırız biraz tecrübesizliğinin kurbanı olmuş, ya da birilerinin dolduruşuna gelmiş…

Başka bir belediye sınırları içinde olan bölgede söz sahibi olmak istiyor!

Hem de daha iki ay önceye kadar kendi partisinden olan bir belediye başkanını aklınca sıkıştırıyor…

Tamam o direklerin tepesinde bayraklar olsun da!

Tarz bu olmamalıydı…

Bu arada çok bayrak çok milliyetçi ve yurtsever değildir Ahmet kardeşim!

Kameranın ne zararı var ki!

Ülke genelinde kullanılmak üzere 30 adet yeni hız tespit kamerası alınacak ya…

Özellikle sosyal medyada acayip bir tepki!

Devleti hırsızlıkla suçlayanlar bile yok değil…

Hem gülerim hem de ağlarım bu yorumlara…

Yol kenarlarındaki kameraları öcü ilan ettik çıktık!

Oysa onların kimseye bir zararı yok, usul usul nöbet bekliyorlar yol kenarlarında…

Ama arıza bizde işte!

Herkes o kameraları para basan makine olarak görüyor sadece…

Ayağını benzin pedalından çekeceksin arkadaş!

Her biri yılların getirdiği istatistiklere göre, kazaların çok olduğu yerlere konuluyor ve bizler trafik kazası yapmayalım, canlar pisi pisine gitmesin, gencecik evlatlarımızın ardından göz yaşı dökmeyelim diye kullanılıyor…

Biraz insaf lütfen!

“Format değişmeli…”

“Sinik yorumlar, alaylı söylemler, mizahi paylaşımlar yavaş yavaş süreci değil de her zamanki cephelerin yeniden üretilmesi için kurgulanmaya başlamıştır. Bunun yanında, sürecin çökmesine sevinenler ve üzülenler diye yeni yeni kategoriler de inşa edilmeye başlanmıştır.

Eğer bir süreç sonuç üretmiyor ve barış inşası için atılacak tüm adımlar rehine tutuluyorsa, bu sürecin çökmesine sevinmesem de, hiç üzülmem. Fakat bunun üzerinden her türlü hamaset edebiyatını da tabii ki güzellemem.

"Her şey anlaşılmadan hiç bir şey anlaşılmış olmaz" prensibi maalesef her türlü ilerlemenin, yakınlaşmanın önünde duvar gibi durmaktadır. Yani bu prensip ya hep ya da hiç prensibine dönüşmekte ve her türlü barış için atılacak adımı engellemektedir. Onun için bu “kabız” formatın bir an evvel değiştirilmesi ve adım adım işlerin yapılacağı başka bir formata geçilmesi gerekir diye düşünüyorum.

Yoksa her şeyin anlaşılmasını beklersek, bu arada hiç bir şeyin yapılmamasını da kabul etmiş oluyoruz. Veya her şey anlaşılmış olsa da onu "ya hep ya hiç" sonucunu verecek bir referanduma sokmak durumunda kalacağız ve bu da 2004'teki gibi koskoca bir hiçle baş başa kalabiliriz anlamına gelecektir…”

(Mete HATAY