Çok uzun zamandır Birleşmiş Milletlerin (BM) iki yüzlü olduğunu yazar dururum. Özellikle Güvenlik Konseyine karşı özel bir “gıcığım” var.
BM’nin yazılı olarak anlatmakta olduğu kuruluş ve varoluş amaçlarına bakın! Dünyaya yöneltilen önerilerine bakın! Bunları takibine bakın! İnsanlığın daha refah, daha sağlıklı, daha güvenli, daha barışçıl vs bir hayat yaşamaları için yaptıklarını söylediklerine bakın!
Bir de uygulamalarına!
Elbette hiç kimsenin iç işleyişine karışamaz. Üst düzeyde, üye ülkelerle alınan ortak kararlara göre çalışacaklarını söylüyor, sonra da kendi içlerinden, BM üyesi ülkelerin bahsettikleri o iyi yaşam koşulları hakkında kıllarını kıpırdatmıyorlar. Hatta kendileri alınan kararları deliyor, delinmesine müsaade ediyorlar.
Buyurun İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni okuyun.
Buyurun Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’ne bakın!
Buyurun Dünya Sağlık Örgütü’nün, kültürel mirasın, çalışma ve işçi yaşamına dair sözleşmelere bakın. Çatışmalı toplumlarla ilgili alınan kararlara ve daha binlercesine bakın…
Ne demek istediğimi anlayacaksınız.
Ki bunlar en çok bilinenleri…
Dahası şu kendilerine Birleşmiş Milletler diyen arkadaşların son günlerde iyice cozuttuklarını ve Kıbrıs sorunundaki gerçek yüzlerini ortaya çıkarıyor olduklarını canlı canlı izliyoruz işte…
Barışı tesis etmek üzere gerçekleşecek çalışmaları hayata geçirmek, insan ve dünya barış ve güvenliğini korumak adına dünyanın dört bir yanına askerlerini gönderip savaşı tetikler biçimde davranmaları bundandır.
***
Aklımın almadığı evvelsi gün sınırda Kıbrıs Türk polisiyle yaşananlardır.
Çok hoşnut olmasak da ve hayallerimiz bu yönde olmasa da ortada bir sınır var. Adanın bölünmüşlüğü hoşumuza gitmese de bu sınırların şimdilik korunması gerekiyormuş.
Benim polisimle itişip kakışmaya hakkı var mı bunların?
Ya da bana veya Kıbrıslı bir Rum’a müdahale hakkı var mı ben bilmiyorum. Zaten araya adına Yeşil Hat dedikleri bir BM hattı kurup iki toplumun birbirine daha saygılı davranmasını gerektirecek bir durum mu var?
Yani biz adalılar vahşi hayvanlar gibi düşünülerek birbirlerine saldırıp ısırmasınlar diye araya kümes teli çekmek gibi bir mantığın ötesine geçemeyeceklerse ne işleri var senelerdir burada?
Müzakere süreçlerine katkıları mı olmuş olumlu?
Kıbrıs’ın güneyinin tek taraflı olarak AB’ye girmesi hakkında ne düşündüler mesela?
Adanın iki tarafında yaşamakta olan insanların fırsatlardaki ve sonuçlardaki eşitlikleri hakkında ne yapmışlar acaba? Hatta yapmayı bırakınız; ne düşünüyorlar halihazırda?
İnsan Hakları Sözleşmesi’nde her bireyin koşulsuz sahip olması gerektiğini savunup buna dört elle sarılanlar biz Kıbrıslı Türklerin seyahat, eğitim, sağlık, güvenlik, barınma, beslenme ve daha pek çok hakkımızın gasp edilmesine göz yumarak yaptıklarına BM’lik yapmak mı diyorlar?
Uluslararası hukuk kurallarına bir kez bile başvurulmasını, burada yaşanan ateşkes dramının sürmesini nasıl değerlendiriyorlar?
Türkiye’nin burada savaş suçu işlediğini ve KKTC’nin tanınamayacağını bahane ederek dünyaya bunu deklere etmesi tümüyle ayrımcı, iki yüzlü bir uygulama değil midir?
TC’ye bizim üzerimizden ders vermek olarak mı değerlendirmeliyiz bunu?
***
Barışı tesis etmek için asker getirip, sonra da askerini benim polisimin üzerine salacak bir cürette yaşatmak da neyin nesi?..
Sanırım BM’nin Kıbrıs’taki varlığın tartışmak ve Kıbrıslı Türkler olarak bunca zamandır bizler için yaldızlarla işlenmiş güzel cümlelerine uygun davranıp davranmadıklarını sorgulama zamanı gelmiştir de geçiyor bile.
Sınırımızdaki polisle kavgaya tutuşmak, benim ada için, Kıbrıs halkı için verdiğim mücadeleye, hele ki de ortak mücadeleye müdahale etme hakkını kendisine görmesi, buradaki ayrılığı beslemek ve artırmak için çabalıyor olduğu hissini yaratmıyor mu sizde de…
Açıkçası hep böyle düşünmüş, ondan dolayı BM’ye iki yüzlü demiştim.
Şimdi çok daha netim.
Bunları ister Kıbrıslı bir kadının duygusal bakış o açısı olarak isterseniz de öfkeli bir yurtseverin sözleri olarak değerlendirin.
Takdir de, yorum da sizindir.
Dr. Çiğdem DÜRÜST