Basın özgürlüğü mü dediniz?



Kıbrıs Türk Gazeteciler Birliği 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü günü için yayınladığı mesajında “basın özgürlüğü demokratik toplum için şarttır” ifadesini kullanıyor.
Oysa basın özgürlüğünden bahsetmek sadece KKTC’de değil dünyanın birçok yerinde hala bir hayalden öteye gidemiyor.
Bu durumda demokratik toplum dünyanın geneli için ancak bir ütopya olarak anılıyor.
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün verilerine göre 2011 yılında dünya çapında 66 gazeteci öldürüldü. Bu sayı geçtiğimiz yıl göre yüzde 16 daha fazla…
2012 yılının sadece ilk dört ayında 21 gazeteci öldürüldü, 161 gazeteci hapse atıldı.
Türkiye’de de Durum Kötü
Türkiye’deki 93 basın meslek örgütünü bünyesinde barındıran Gazetecilere Özgürlük Platformu ülkede 100’e yakın gazetecinin hapiste olduğunu açıklıyor. Oysa bu sayı geçen yıl aynı dönemde 60 gazeteciydi.
Türkiye’de ayrıca gazetecilere açılan dava sayısı da her geçen gün artıyor şu an 10 bine ulaşmış durumda.
Bu rakamlar ışığında gazetecilerin özgür olmadığı bir dünyada basın özgürlüğünden bahsetmek artık ne kadar mümkün varın siz karar verin.
KKTC’de gazetecilerin öldürülmesine ya da hapse atılmasına neyse ki sıklıkla rastlanmıyor ama özgür gazetecilik patronların iki dudağı arasında kalmaktan öteye de gidemiyor.
Medya, patronlar için bir amaç değil bir araç olarak kullanılıyor.
Bu ortamda gerçek anlamda gazetecilik yapmak imkânsız hale geliyor.
Medya ihaleler almak, kumarhaneler açmak, vergi yükünden kurtulmak için kullanılıyor. Reklam veren şirketler içerikte söz sahibi konuma geliyor.
Böyle bir ortamda yazar olmak ya da bağımsız gazetecilik yapmak gittikçe zorlaşıyor.
Sonuç ise ortada; oto sansür başını alıp giderken sansüre bile gerek kalmıyor.
Oysa günümüzde toplumsal hayatı anlamlandırma sürecinde medya önemli bir yere sahip.
Günümüzün karmaşık hayatlarında toplumun büyük çoğunluğu yaşadıklarını toplumda ve dünyada olup bitenleri kendi bakış açıları ve deneyimleri ile harmanlayıp anlamaktan çok, sadece medyada yer aldığı şekliyle anlamaya çalışıyor.
Kısaca yaşadığımız topluma dair gerçeklikler medya tarafından istendiği gibi yeniden inşa edilerek birer gerçeklik olarak önümüze konuyor.
Döneme göre bakış açıları da değişebiliyor ve toplumun aynası olması gereken medya bu ortamda sadece patronların aynası olarak kullanılmaya başlıyor.
Kamusal hizmet vermesi gereken gazeteciler, yazarlar veya muhabirler idare edilen mercilere dönüşüyor.
Sermayenin isteğine göre ideolojiler medya aracılığı ile yeniden üretiliyor.
Sonuçta ortaya Harold Laswell’in dediği gibi medyanın toplumun zihnine şırınga iğnesi gibi girip insanları manipüle ettiği medya modeli ortaya çıkıyor.
Basın özgürlüğü mü demiştik e o da artık bu ortamda birkaç marjinalin hayallerinden öteye gidemiyor, bir günde birkaç demeçle böylece geçiştiriliyor.