Güney Lefkoşa’nın, insanların tur atmaya bayıldığı, en prestijli caddesi Makarios Caddesi savaştan çıkmış gibi… Büyük mağazalar ve restoranlar kapılarına tek tek kilit vurmuş. Cadde’nin yaklaşık % 70’i üzeinde ‘kiralık’ yazan tabelaların istilası altında, yoksunluğun getirdiği çaresizlikle umutsuzluk Makarios Caddesi’ni esir almış.
Güney Kıbrıs’taki iktisadi krizin vardığı ürkütücü evre bazı kendini bilmezleri sevindirse de, çoğumuzu üzüyor. Kendini bilmezler komşumuzun yaşadığı her ne varsa geçiş kapılarından bize aktığını göremediklerinden, milliyetçilikle böbürleniyorlar. Duyguların elle tutulamaz, yakalanamaz bir akışkanlığı vardır. Keder sessizce sınır kapılarından geçer, sana sızar, farkında olmasan da acı sana moleküllerini zerk eder. Komşun ağlarken gülemezsin, o mutsuzken ruhun şenlenmez, hatta aranda geçmiş olan tatsızlıkları unutup elini uzatmak istersin. İnsansan şayet, ister adına doğanın gücü de, ister Tanrı de, istersen Allah, istersen İsa; insanın iyilikle doğduğuna inanıyorsan komşunun geçirmekte olduğu büyük felaket sana nüfuz eder.
Dün akşam Makarios Caddesi’nde yürürken insan olmaya çalıştım tüm benliğimle; kendimi bir an için Rumların yerine koydum… Fakat umursamaz dost yüzleri de anımsadım. Rum Maliye eski Bakanı Sarris’in, henüz 2010’da Güney Kıbrıs’a çok büyük bir krizin gelmekte olduğunu açıkladığı günlerde, kendi toplumuna derdini anlatamadığını hatırladım. Uyarılar bir kulağından girip diğerinden çıkıyordu çoğu kişinin. Görüştüğüm Rum arkadaşlarım “o kadar da değil” diyorlardı mesela; “biz neler gördük geçirdik…”
Bölünmüş Kıbrıs’ın iki yanı birbirine çok benzer. Kuzey Kıbrıs’ta hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını söylediğimizde kulak asanlar “buraya bir yığın medeniyet geldi ve hepsi de gitti, sonunda hep biz kazandık” diyorlardı…
‘Avrupa’ya geçip Makarios Caddesi’nin uluslararası cafe zincirlerinde çeşit çeşit kahvelerden tatmak, orijinal Avrupa markalarına yüzlerce Euro saymak ve ‘Avrupa’dan Kuzey Kıbrıs’a trafikte dönerken oflayıp puflamak adettendi o günlerde…
Makarios Caddesi’nden alınan, yersiz ve zamansız, gündüz vakti giyilen Avrupa marka gece kıyafetleri ve ayakkabılarla caka satan marka budalalarının artık ceplerinde para kalmadı ne de Makarios’ta açık kalan dükkan…
Tarih toplumlardan hesap sorar ve onları çırılçıplak soymak için doğru anı bekler. Gerçekleri acıtarak yüzüne vurur insanların: Kazanacaksan etik doğruların olacak, riyaya bulaşmayacak, ganimete konmayacaksın! Offshore bankalarında kara para aklamayacak, komşunun malına alın teri ile alınmış mülk süsü vermeyeceksin…
Biz dersimizi alırken, komşu da alıyor… Ancak ‘batmış’ komşudan Kuzey’in karanlığa gömülmüş, yükselen otlardan ve engebeden geçilmeyen yollarına girdiğinizde bizim çok daha batık olduğumuz gerçeği, değişmeyen tek gerçeğimiz. Kıbrıslı Rumların çöpleri nasıl atacaklarını bilmesi ve bizim çöp atmayı bile bir türlü öğrenemememiz, bir başka gerçek…
Komşu, tarihinin en yoksul günlerinden geçerken çöplerini büzgülü poşetlere koymak için kuşa döndürülmüş sınırlı bütçesinden kuruş da olsa ayırıyor. Ya biz? Lefkoşa’nın güneyindeki ve kuzeyindeki en işlek iki caddede yer alan çöp bidonları somut gerçekleri fotoğraflarla yüzümüze savuruyor…